"İnsan olarak doğdum, sonra Türk oldum, sonra Müslüman oldum. Ölmeden önce tekrar insan olmaya çalışıyorum."(D.C.)
“Mutluluğun Gizi”
“Bir tüccar Mutluluğun Gizini öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış. Delikanlı bir çölde kırk gün, kırk gece yürüdükten sonra, sonuna bir tepenin üzerinde buluna güzel bir şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş.
Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış: Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra bir köşede tatlı ezgiler çalıyormuş; dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu masa da varmış. Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırasının gelmesini için iki saat beklemek zorunda kalmış.
Delikanlının ziyaret nedenin açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama Mutluluğun Gizi’ni şimdi açıklayacak zamanının olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmesini salık vermiş.
‘Ama sizden bir ricada bulunacağım,’ diye eklemiş bilge, delikanlının eline bir kaşık verip sonrada bu kaşığa iki damla sıvı yağ koymuş.’Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinde tutacak ve yağı dökmeyeceksin,’ demiş.
Delikanlı sarayın merdivenlerini inip çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış.
“Güzel demiş bilge, peki yemek salonundaki Acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvan Başının yaratmak için en az on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanedeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?”
Utanan delikanlı hiçbirşey göremediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü “bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş..”
“öyleyse git, evrenin harikalarını tanı”demiş ona, bilge. “Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.”
İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş. Bilgenin yanına dönünce, gördüklerini bütün ayrıntıları ile anlatmış.
“Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?” diye sormuş bilge.
Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş.
‘Peki’ demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi, sana verebileceğim tek bir öğüt var: “Mutluluğu gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama iki damla yağı unutmadan.”(Paulo Coelho, Simyacı. Sayfa:42. 2002)
Kaşığın İçi Boş mu, Dolu mu?
Delikanlıya içerisindekini dökmemesi tavsiye edilen, “kaşık ve içerisindeki yağ” neyi temsil ediyor?.. Şöyle yorumlayabiliriz bu sembolik dili.
Kaşık: “sureti, dış yüzeyi, kalıbın, üst kimliğimizin ismini” temsil eder.
Mesela solcu olmak, devrimci olmak; imanlı bir Müslüman, Hristiyan... olmak; Türk, Kürt, Alman… olmak; falan partili, filan partili… olmak; yada kendini bir mesleğe adamak:öğretmen olmak, bilim adamı olmak, sanatçı olmak, papaz, imam, şeyh, dede, önemli bir mürşit… olmak gibi çeşitlendirebiliriz bunları. Veyahutta, bunların biri olduğu gibi bir kaçının bileşkesi gibi.
Yağ, “sureti, dış yüzeyi, üst kimliğimizin ismini temsil eden kaşığın, “içerisindeki yağ,” anlam, maneviyat:” yani kardeşlik, barış, eşitlik, özgürlük, adalet, hakkaniyet, şefkat, merhamet, cömertlik, paylaşma, fedakarlık, dayanışma… gibi değerleri,” sözle, niyetle değil yalnızca bizzat yapıp etmelerlerle, öyle olmayı sembolize eder.
Peki delikanlının şatoda gördüğü ve bilgenin görülmesini öğütlediği şeyler neyi temsil ediyor… Misalde ki “duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtları, bahçeler, çevredeki dağlar, çiçeklerin güzelliği, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafeti, parşömenler… ise “maddi, algılanabilir,” geçici, dünyevi, duyulabilir, duygulara dair olanı... temsil ediyor, diyebiliriz.
Kaşık, (üst) kimlik sıfatı: Müslümanlık…
“Kerbela Olayı” Müslümanlar arasında çıkan bir olay, katliam değil midir? Halife Hz. Ali’nin şehit edilmesi olayı Müslümanlar arasındaki bir olay değil midir? Yıldırım Beyazıt ile Timurlenk arasındaki savaş kimler arasında idi?
Suriye'deki savaştan kaçan mülteciler den dört beş milyonunu zorunlu olarak Türkiye’nin kucağında kaldı. (Ben bu sınır açıp mültecilerin kabulünü insani ve doğru bulanlardanım.) Irak ve Suriye’nin neredeyse kara gücünün oldukça önemli bir kısmı “İran'ın” kontrolünde. Bu ülkelerdeki bir kısım savaşan örgütleri ise Suudi Arabistan desteklemekte.
Suriye savaşında, on iki milyon kişi yerinden olmuş, dört beş milyonu ise mülteci olmuştur... Biz zorunlu olarak dört milyon kadarını aldık. Irak ve Suriye savaşına destekledikleri örgütler ile müdahil oldu, İran ve Suudi Arabistan. Fakat mültecilerin bir milyonunu dahi kabul etmedi bu (ve diğer) Müslüman ülkeler.
Komşusu açken tok yatan bizden değildir. (Hadis-i Şerif)
“Üst kimlikleri -kaşık- Müslümanlık,” bu iki ülkenin. Nerede kaldı, “din kardeşliği?” “Üst kimlikleri -kaşık- Arap,”Bu mültecilerin bir kısmı da Arap idi. “Nerede Arap Milliyetçiliği?”
Görüldüğü gibi, “kaşık” var. Fakat “kaşığın içerisinde yağ” var mı?
“Üst kimlikleri -kaşık- Kürt Milliyetçiliği,” olan Irak’ta bağımsız Kürt Devleti kurma hevesinde olan Barzani ve Talabani. Bu kürt mültecilerden bir milyonunu da bize gelsin dedi mi? Onlarda bu sorumluluğu almadı. “Nerede kaldı Kürt Milliyetçiliği?”
Görüldüğü gibi, “kaşık” var. Fakat “kaşığın içerisinde yağ” var mı?
Irak ve Suriye savaşında, oluşan ve yıllar içerisinde değişen haritaları her haber izleyen görmüştür… Her değişen haritaların içerisindeki insanların ırkı, dini, mezhebi yalnızca şudur diyemeyiz. Yani Arap, Acem, Türk, Kürt vb. karışıktır ve bu insanlar aynı ülkenin insanlarıdır. Bu haritaları sahiplenen ve koruyup, büyütmek için savaşan bu örgütlerin öldürdüğü insanlar, kendi ırkından, dininden ve ülkesinin insanlarından değil midir?
Sanırım BBC’nin bir yayınında bulunan bir grafikte okumuştum. Suriye'de öldürülenlerin en büyük kısmı hafif silahlarla, ikinci sırada ağır silahlarla, üçüncü sırada ise hava saldırıları ile gerçekleşmiştir. Yani ölümlerin birinci ve en büyük miktarı “milisler ve o ülke askeri” tarafından gerçekleşmiştir. Bunu başka türlü söylersek, Emperyalistlerin bizzat gelerek öldürdüğü Suriyeli sayısı son sıralarda, en yüksek sayıda geleni ise “Suriyelinin Suriyeliyi” öldürmesidir. Yıllarca da bu topraklarda bu böyle devam etti ve edecek. Zaten emperyalistler kendi askerinin ölmesini istemediklerinden, oradakileri taşeron olarak kullanıyorlar.
Kaşık Suriyelilik… Görüldüğü gibi, “kaşık” var. Fakat “kaşığın içerisinde yağ” var mı?
Kaşık, (üst) kimlik sıfatı: Hristiyanlık…
Asırlarca süren Haçlı Seferleri bunların eseri. 20.yy’da yapılan iki önemli en kanlı Dünya savaşı asıl kimler arasında idi? Yahudi ve Hristiyanlar arasında, Avrupa’da değil mi? İkinci dünya savaşında öldürülen insan sayısı altmış milyon civarı.
Yukarıdaki bahsettiğimiz ve dünyanın başka yerlerindeki önemli savaş ve çatışmaların fiili isimleri farklı farklıdır; fakat faillerinin başını ABD, İngiltere, Fransa vb. gibi Hristiyan ve Yahudi kimlikli emperyalist ülkeler olduğunu ispatlamaya dahi gerek yok-maksadım bir inancı ötekileştirmek değil.
Görüldüğü gibi, “kaşık” var. Fakat “kaşığın içerisinde yağ” var mı?
Kaşık, (üst) kimlik sıfatı: Devrimci, sosyalistlik, ilericilik, çağdaşlık… Son yirmi yıldır sürdürülen sözde “Arap Baharı” olarak başlatılan operasyonlarda milyonlar öldürüldü. Emperyalistleri ürkütecek denli, dünyada ses getirecek çapta bir sosyalist, devrimci harekat gördünüz mü? Bir kaç yüz, yada bin kişilik gruplar Avrupanın bazı yerlerinde ufak tefek gösteri yapmış ve bazı yerlerde seminer ve toplantılar düzenleyip kahrolsun, yaşasın sloganları atmışlardır. O kadar...
Görüldüğü gibi, “kaşık” var. Fakat “kaşığın içerisinde yağ” var mı?
Hindistan'ın İngiliz Sömürgesi olduğu dönemlerde, yeni bir İngiliz sömürge valisi atanır… Müslümanların da çoğunlukta olduğu bir bölgedeyken, ezanın okuduğunu ilk defa duyan Vali: çağırır yetkili bir İngiliz görevlisini ve sorar: “bu ses nedir?”diye. Oda, “efendim, buna ezan denir. Müslümanlar günde beş vakit namaz kılar. Bu sesle de Müslümanlar namaz kılmaya davet edilir,” der. Vali “bunun Birleşik Krallığın çıkarına bir zararı var mı?” der. Görevli “yok efendim,” der. Vali bunun üzerine “zararı yoksa okuyabilirler,” der.
Her gün haberlerde dinliyoruz: Bir yada iki Türk Askeri şehit oldu haberini… Suriye ve Irak’ta ki herhangi bir dini, devrimci, bağımsız ve özgürlükçü yada faşist veya ırk(Arap, Acem, Kürt) kökenli bir örgütün, dört tane de ABD, İngiliz, Fransız,Rus... askerini öldürdüğünü duyuyor musunuz- savaşın başlangıç dönemleri hariç-? Nerede kaldı bağımsızlık, özgürlük, din yada ırk kardeşliği yada yoldaşlık? Yoksa emperyalistler barış kardeşlik elçileri mi olarak oradalar?
Yoksa Türkiye orada emperyalist politikalar gerekçesiyle bulunuyor da ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, İran vb. ülkeler “Onların - o topraklarda yaşayan halkların ” bağımsızlığı, özgürlüğü, huzuru, refahı… için mi bulunuyor?
Ufak tefek toplantılar, seminerler, konferanslar ve gösteriler olur şurada yada burada. Avrupa da dahi... Bunu yapanlar ister Arap, Acem, Kürt, Türk; ister Müslüman, Hristiyan, Yahudi…; ister devrimci, sosyalist yada faşist olsun… fark etmez.
İngiliz Sömürge Valisinin sorduğu soruyu günümüze uyarlayarak soralım: “Bahsi geçen etkinliklerin ABD, Rusya, Almanya, İngiltere, Fransa… kısacası emperyalizmin işleyen çıkarlarına dikkate değer bir zararı var mı?” O bölgenin komutanları cevap verir: “Yok efendim...” Bu cevaba göre Sam Amca fermanını açıklar: “zararı yoksa, bu küçük hareketleri demokrasi adına yapabilirler!..”
“Yaşamın kendi başına bir anlamı yoktur. Ona anlamı biz yükleriz.”
Ülkemizin önemli entelektüellerinden felsefe Profesörü Ahmet ASLAN’a bakılırsa, Platon “haz kötüdür” der. Aristo “haz insan için kötü değil iyidir de, insan için en yüksek amaç, değer değildir,” der.
Bedensel arzulardan duyulan “haz iyidir”; fakat bu arzuların tatmini büyük ölçüde, bazan de tamamen “kendimiz için arzulanan hazlardır ve dolaysıyla bireyseldir.” F. Niche’den esinlenerek söylersek bir kebaptan, yada bir manzaranın seyri yada karşı cinsle yaşanan bir deneyimden alınan haz bireyseldir. Bunlar Platon’un dediği gibi “kötü” değil, Aristo’nun dediği gibi “iyidir.” Fakat en yüksek iyi değildir, çünkü bu tür hazlar daha çok insanın “hayvansal” yanına dair olan hazlardır. İnsanı bunun üzerine çıkaran “ussallığıdır.” Bu ussallığı sayesinde “insan özgür ve insan” olabilir.
İnsan bu ussallık, özgürlük ve insanlık (bilkuvve) potansiyelini, “bilfiil hale getirebildiği oranda,” insanlığın dertleri ile dertlenir, sevinçleri ile sevinir; tabii kendisini(bireyselliğini) unutmadan, hatta bazen kendisini (birey üstü amaçlar, değerler uğruna) ihmal ve feda etmek pahasına bunu yapabilir. İşte yüzden dolayı “en yüksek iyi, değer ve haz yada yaşamın anlamı budur…” Bu aynı zamanda, hayvani boyutumuzu aşıp, “insan” olabilmektir.
“Ussallık” sayesinde insan özgürleşir, uygarlık oluşturur, çağı ile uyumlu hale gelerek inkişaf eder ve dolayısıyla "yaşamına başkalarının yüklediği anlamı" aşıp, kendi “yaşamına” "kendi anlamını" yükleyebilir...
Yazımızın bütününde esin kaynağımız olan üstat D. Cündioğlu hocayı selamlar ve yazımızı onun bir “Mootto”su ile noktalıyorum: "Kıyamet günü Münker'le Nekir'e gösteririz, 'tek hayırlı amelimiz bu!' deriz; 'Biz dünyayı değil, sadece onu sevdik!"
A.Sevim
30 Temmuz 2020
Not: Bu yazımızda bir çok münevverden yaralandık… Bunların başında ve en büyük yer tutan aydınımız üstat Dücane Cündioğlu’dur. Bilimsel bir makale yada doktora tezi yazmadağımızdan her satıra bir gönderme, kaynak belirtmedik. İntihal olmasın diye bu notu düştük.