Büyüklük Makamı ve Kutup Yıldızı
Felsefe Profesörü S. Zelyüt ile D. Cündioğlu, Aristo üzerine yapılan bir sohbette: “Mesela ‘x’ konuyu -belirtiyor tabi-, konuşurken Aristo’yu karşımıza, masamıza çağdaşımız gibi oturtabiliriz, konuşabiliriz; fakat ‘z’ konusunda, Aristo’nun fikirlerini görmezden gelebiliriz,” demiş ve bunu örneklendirmişti.
Aristo, insan aklının ender ulaşabileceği zirvelerinden birinin ismidir… Buna rağmen hoca, Aristo’nun şu, şu; bu, bu… fikirlerini görmezden gelebiliriz, çünkü zamansaldır vb; fakat şu, şu; bu, bu fikirleri hala iki bin dört yüz yıl kadar sonra bile çağdaş ve ötelere uzanıyor olduğundan dikkate almalıyız diyor.
Gelişmiş zekalar, bir şeyi bütünsel olarak kabul yada red etmezler. Aynı sayfa üzerindeki beyaz ve gri alanları görür, ona göre konuşurlar. Fakat; vasat zihinler toptancıdır, bütünen kabul ve red ederler.
Yas ile Düğün Tarihlerinin Denk Gelmesi Konusu
Yazımızı kısa tutmak açısından, sadede gelelim. Rahmetli Bekarın Yusuf, köylümüzün büyük kabul ettiği insanlardandı. Rahmetli Yusuf amca yaşarken eşi önce vefat etmişti. Bu acının ilk günleri ile başka birinin düğün günü denk gelse ve düğün sahibi gelip, taziyesini dileyip düğün için izin, rızalık istese Yusuf amca ne derdi? Birazda yakından tanıyorum rahmetliyi. “O da, düğünde, Allahın emri; ölümde.” “Düğününüzü yapın,” derdi.
Kurguyu değiştirelim. Tersi bir durum olsaydı. Mesela, kendilerinin önceden belirlediği bir düğün tarihinde bir komşunun vefatı söz konusu olsaydı. Bu durumda ne yapardı?.. Müneccimlik yaparsak: rahmetli ya düğünü ertelerdi yada (ertelenemeyecek halde ise) ertelemeyip düğünün süresini ve içeriğini komşudaki yası dikkate alarak belirlerdi, sınırlardı.
Şöyle ki: “Evet ölümde Allah'ın Emri, düğünde… Bir defa yapılıyor bir insanın hayatında bir düğün. Bu insanın, bir ailenin mürüvvetidir. Çalıp söyleyeceğiz, yiyip içeceğiz, halaylarda çekeceğiz; fakat komşumuzun yası taze, yarası henüz kanarken, onun yasına saygı, bu dünyadan göçüp giden canın anısına hürmeten, bu düğünümüzdeki eğlencemizi bir had, hudut içerisinde tutalım,” derdi. Cümle bu şekilde olmazdı; ama maksat bu olurdu.
Rahmetlinin aile büyüğü olarak vereceği bu karara cesaretiniz varsa itiraz edin. Karşı çıkanı Alim Allah, rahmetli öte mahalleye kadar önüne katar kovalardı. Ortalığın tozunu attırırdı… Hayırla anmış olalım rahmetliyi. Allah rahmet eylesin…
Büyüklük makamında bulunanlar; bizleri “büyük anlatılara” bağlar. Büyük anlatılar yani büyük inanç ve ideolojilerdir. Büyük anlatılar; inanç ve ideolojiler sistematiği bizlere bir ufuk, bir yol güzergahı, neleri yapıp neleri yapamayacağımızı ve nasıl, ne kadar yapacağıza yada yapmayacağımıza dair bir kullanım vesikası verir. Bunlar karanlık basınca yada okyanusta yol almaktayken bize doğru yolu gösteren ‘kendi dünyamızın-egomuzun- dışındaki’ “Kutup Yıldızı” gibidir - yada ona işaret ederler.
Kutup yada Kuzey Yıldızı, Samanyolu Galaksisinde bulunan Güneş sistemi içerisinde, fakat dünyanın dışında, Dünyanın dönüşüne göre, daha sabit bir noktada, alanda kalmakta. Bu sebepten dolayı, kısa süreli dünyanın değişimine, dönüşüne göre, dünya dışında, kendimize sabit bir nokta, merkez alabileceğimiz ve yönümüzü buna istinaden saptayabileceğimiz bir alan, merkezdir Kutup Yıldızının bulunduğu alan.
Büyüklük makamını, alanını red ediş, kendi dışımızda olan; fakat bizden daha uzakta ve çaplı olan bir merkezi reddedişimizi temsil eder. Kutub Yıldızına göre değil de, arzumuza göre kendimizi dizayn etme ve hizalama eğilimi, Kutubu, merkezi değiştirmemiz demektir. Dışarıdaki Kutubu içimize, benlik putumuza yerleştirmemiz; evrenseli, yerelle; büyüğü küçükle… değiştirmemiz anlamına gelir.(Dışarıyı, ötekini değil de kendimizi merkez almalıyız, asıl makro alem insan, yanıtı verenlere, bu konunun çok ağır ve derin bir konu olduğunu hatırlatalım. Yani bu hamur çok su kaldırır. Oraya girmeyelim.)
Yazılı olan ve olmayan kendi dışımızda, kendimizi ona göre hizalayableceğimiz, dizayn edebileceğimiz merkez. Kutup Yıldızıdır. Ekonomik bağımsızlık ve beraberinde gelen bireysellik egomuzu şişirdi, Yüksek bir özgüven aşıladı bize. Ekonomik açıdan gelişmemiz, büyümemiz bizi, entelektüel açıdan da büyüdük, tekamül ettik zehabına kaptırdı. Kendimizi, yine kendimiz; kendi dünümüz ile mukayese etmemiz büyük ölçüde buna sebep oldu.
Google'ın (atom bombasından daha çaplı olan) yüksek bir malumat bombardımanına tutulduk. Aklımız şaştı. Bizi bugünlere getiren, insanlığın dev sima(kutup)larını göremez olduk. Arif kimdir, alim kimdir, veli kimdir, peygamber kimdir?… bu makları ve buraları dolduran birikimleri gale almaz olduk?
Bir araştırmaya göre, bizimde içerisinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisinde yüz milyarlarca yıldız var. Ve uzayda ise yine yüz milyarlarca Galaksi var. Akla, hesaba gelmez büyüklükler bunlar. Dijital dünya da tıpkı böyle akla hesaba gelmeyecek büyüklüklerde bilgiler, malumatlar sunmakta bize. Bunların hepsi avuçumuz içerisindeki telefonlarda. Ve biz ise zamanımızı üç ana bölüme ayırdık: Bedensel arzularımızı gidermek için para harcamak; harcanacak parayı kazanmak için çalışmak ve her ikisinden yorgun düşen bedenimiz dinlendirmek için uyumak… Yani düşünmeye zamanımız yok. Fakat, hepimiz doğuştan dahiyiz, Allameyi cihanız, buda bize Allah vergisi, ne yapalım(!?)
Ucu bucağı gözükmeyen denizlere, deryalara yüksek bir özgüvenle son sürat, şaşkın şaşkın kürek çekerek açılmaktayız. Karadan uzaklaştık, artık kara gözükmüyor. Fakat gökyüzünde milyarlarca yıldız var. Kadim, “Kutup Yıldızını” kaale almadığımızdan oda görünmez oldu, artık… Googlenin milyarlar ile ifade edilen bilgi, malumatfuruş okyanusunda oluşumuz misali.
Bizler bu bilgi kırıntıları ile oluşan deryanın tam ortasında( ve /veya üzerinde)yız; fakat buna rağmen yinede karaya, yurdumuza yuvamıza ulaşmak zorundayız. Hangi (kutup)yıldızı, hangi (kutup)bilgenin bilgisini esas alacağızda, yeni bir yol bularak menzile ulaşacağız? Ehven ve sınanmamış, sahtı görüşler(yıldızcıklar) dolaşıyor ortalıkta. Fakat kimse derine inmiyor, uzağı göremiyor. Görmekte istemiyor.
“Komsular… Değeli canlar… Bunlar ayıptır, yanlıştır, günahtır, yazıktır; “bize yakışmaz,” diyecek büyüklük makamında kimse bırakmadık. Böylece her hangi bir yapıp ettiğimiz yada söyledimizden özür diler, mahcup olur, utanır sıkılır ve yanlışımızdan dönüp gönül alıcı olmaktan çıktık… Hep bir on beşlik ergen gibi meydan okur ve ötekine bu konuda sen haklısın diyebilmek irfanının yitirdik.
Sonuç olarak Kutup Yıldızımızı da kaybettik yada reddettik. Yeni hangi Yıldızı esas alacağız yönümüz bulmak için? Muhtemelen bolon eğomozu, kendimizi. Benim bilgim kaç megabayt, eder diye kendimize soramıyoruz? Aristo yada Kant neden ve nasıl düşünce tarihinin Kutup Yıldızları olmuştur? Hiç düşündünüz mü? Bu Kutuplar için -vaktinin- ulaşabildiği bütün yazılı metinlerini okumuş olacağı söylenir. Bunlar ansiklopedik dehalardır. Aristo 62 yaşında öldü. Benim gibi vasat insanlar 62’nin arkasına bir sıfır ilave edip 620 yıl daha yaşasalar Aristo ve Kant… seviyesine ulaşamazlar. Ben bunları bildiğimden haddimi biliyorum.
Büyüklüklere parasal bir örnek vereyim. Apple, İphone telefonunu da üreten ABD şirketi; kimi geri kalmış kırk, elli ülkenin
(GSYİH) toplamı; kimi gelişmekte olan orta ölçekli üç dört ülkenin toplamı civarında bir yılda ciro yapıyor. Yani Apple, Türkiye’yi dahi bir buçuka katlıyor. Neden bu parasal ve bilişsel büyüklükleri veriyorum? Kendi hakikatimiz göreceğimiz bir boy aynası oluşturmak için. Had bilmek için. Mevcut bir büyüklüğe, değere burun büküp, kirli bir mendil gibi yere atarken yerine, örneklerini aşabilecek daha görkemli, daha göz kamaştırıcı, evrensel bir değer, büyüklük koyamadığımız gerçeğini sergilemek için. Çünkü yere attığımızın çapı ve derinliği yukarıda örneklendirildiği gibi.
Aynı vardan var olmuşuz… Daha hayatının baharında, tomurcuklanan ve yeni bir hayata merhaba demek te olan bir goncanın sevinç çığlıkları olarak yapılan düğün de eğlen ve “çok şükür çok şükür bugünleri de gördüm ya,” diyende biziz, o da bizim; bu goncanın kat edeceği bütün o zorlu merhaleleri yüzakı ile tamamlamış, hayatın türlü türlü hengamelerini atlatmış, labirentlerini aşmış, oğlan oba kız torun tosun sahibi olmuş, nice düğünlerde oynamış nice acılarda gözyaşı dökmüş, hazan mevsiminde dalında tutunamayan bir yaprak gibi sonunda yere düşmüş, tenini toprağa, canını Hakk’a teslim edip devri alem etmiş, bu canda bizim, biziz… Bu yasta bizim. Bu sevinçte. Atalarımız: “Gelin çıkmadık ev olur; fakat ölü çıkmadık ev olmaz,” derler. Akıbetimiz bir yani. Ötekine yaptığımız başka bir açıdan bakınca kendimizin kendimize yaptığıdır. Çünkü, hayat deveran eder. Bugün benim başıma gelen, yarın senin de başına gelir. Haddizatında insanız yani. Bu açıdan bakınca insaf, kendimizin kendimize insafıdır… Tabii gören gözler için.
D.Cündioğlu’nun deyişi ile: “Mesele hakikate sahip olup olmamak meselesi değil, hakikatin yanında yer alıp almamak meselesi. Bilme sorunu değil, tavır sorunu…, …Hakikatin yanında yer almak demek, önce insan olmak demek! Daima ve hiç düşünmeden insanın yanında yer almak demek.”
Birçok düğüne gittim… Bu düğünlerde yapılacak olanın yüzde doksanı, saat ona kadar yapılıyor. Saat ondan sonra, saat ondan öncekilerin hemen hemen tekrarı yapılıyor. Bu gibi durumlarda komşumuzun yasına saygı icabı düğünü on, on otuzda bitirmek, düğünde bir eksiklik yaratmaz. Fakat bu, çok mühim bir erdem, fazilet gösterisi olur.
Konu derya deniz. Fakat zaman sınırlı. Şimdi soralım; “yas ile eğlence gününün çakıştığı durumlar” söz konusu olduğunda Bekarın Yusuf’u bugünün değerlerini temsil ediyor diye karşımıza alıp, masamıza oturtup, kararına saygı duyalım mı? Yoksa bu husustaki “olası” kararını görmezden gelebilir miyiz?
24 Ağustos 2022
Aliseydi Sevim
Not: Bu yazı, bu güne değil yarına da hitap emek amacıyla
yazıldı. Özel olarak kimseyi hedeflememektedir. Belki de,
kendimin kendime telkini maksadıyla yazıldı…