Hele bakın gömleğimiz ne taraftan yırtılmış?
Dört Kitabın şeriatının ana başlıklarını Hz. Musa Tevrat’ta “On Emir - On Yasa” olarak koymuştur. Hz. Musa bir gün: “Tanrımız... Horev Dağı'nda bizimle bir antlaşma yaptı.” der ve anlaşmanın özetini On Emir olarak İsraillilere bildirir. Bu On Emirden biri Tevrat’ın Levililer ve Emrin Tekrarı bölümlerinde,“Komşunun karısına kötü gözle bakmayacaksın. Komşunun evine, tarlasına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine… hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.” der ve bu emirlerin altı tekrar tekrar çizilir, Eski Ahit’in farklı Ayetlerinde Hz. Musa tarafından - On Emir, Yasa, dört Kitabın(Tevrat, Zebur, İncil Kuran’ın)da ortak paydasıdır…
Şeyh İle Müridi
“Bir Şeyh ile müridi bir yolculuk sırasında, dinlenmek için yol kenarında bir ağaç altında mola verirler. Şeyh müridine: “Ben şu incir ağacının altında biraz dinleneyim, sende git şu karşıda ki köyden bir testi su getir,”der.
Mürid, köy çeşmesinin başına gittiğinde “güzel mi güzel, dünyalar güzeli bir kız görür ve ona vurulur.” Murit, aşkını kıza ilan eder ve evlenmek istediğini söyler. Kız ise “gel babamdan iste” der. Mürit, kızın babasının yanına gider, kızına aşık olduğunu ve onunla izin verirse evlenmek istediğini söyler. Kızın babası ise müridin oturup kalkmasından iyi bir insan olduğuna karar verir ve kızını müride verir. Mürit kız ile evlenir yıllar içerisinde çoluk çocuk sahibi olur. Yıllar su gibi gelir geçer çocuklar yuvadan uçar. Aradan yıllar, yıllaar geçer ve kaynana, kayınbaba ve sonunda müridin eşi de gün olur hakkın rahmetine kavuşurlar. Mürit yalnız kalır. Yalnız kalınca bu köye Şeyhine su almaya geldiğini hatırlar. Hemen bir testi bulur doldurur ve koşar incir ağacının altına varır ki Şeyhi hala orada.
Müridi görünce Şeyh: Evladım nerede kaldın, biraz daha gecikseydin, bende gidecektim, der.”
Şeyh, bu kadar uzun yıllar geçmesine rağmen hala neden incir ağacının altında beklemektedir. Kanımızca, bir kere yola girmiş ve seyri sülük halindeki salik, dünyanın rengine kapılıp yoldan sapsa da, onun tekrar yola girip seyrine devam edeceğine duyduğu ümit, inançtır.
Mutasavvıflar “dünyayı,” güzel ve şuh: serbest ve neşeli tavırlı, işveli, cilveli dolayısıyla “baştan çıkarıcı” bir kadına benzetir… Silüeti öyle ama aslında o yaşlı, ecüş bücüş çirkin bir kadın, cadıdır. Göründüğü gibi değil yani aldatıcıdır.
Şu satırların altını kalınca çizelim… “Şeyh müridine: Ben şu incir ağacının altında dinleneyim, sende git şu yakındaki köyden bir su getir, der.” Demek ki, Şeyh müridine “Dünya” ile irtibatı kesmesini söylemiyor. Hatta bizzat Mürşit, müridinden bunu (su) istiyor. Dünyevi olan, daha çok maddidir. İnsan bir yanı ile de maddedir. Bu sebepten dolayı yaşamda kalabilmesi için insanın gerekli temel maddi ihtiyaçları zevkle karılmış, donanmış; dolayısıyla insan dünyadan zevk alacak donanımdadır, bu doğal bir süreçtir.
Ahlaken yasak, günah, yanlış ve çirkin olan bu tür dünyevi ihtiyaçların ve zevklerin karşılanması değildir. Sorun(suç yada günah), dolayısıyla sapma kabul edilen şey şurada dır: Mürit “dünya ile” maddesel olarak hazzı temsil eden bir “güzelle” karşılaşınca “yolunu, şeyhini ve şeyhi ile yapmakta olduğu (hakikat) yolculuğu unutur.” Başka bir deyimle dünyayı temsil eden “güzel ve güzel”den alacağı haz beklentisi ve deneyimlenmesi onu baştan çıkarır. Böylece onu, hayvani arzuları aşan “gerçek güzel ve iyi”den uzaklaştırır.
Neye inandığın değil, inancın için ne yaptığındır önemli olan
Mutasavvıflara göre mürid iradesi, isteği olan kişi, demektir. İrade ve istekten murat edilen ne? İrade: “âdetleri, alışkanlıkları terketmek ve Hakk yoluna yönelmektir.” Bunlar ise doğduğumuzda bize hazır elbiseler gibi giydirilen, belletilen inançlar, düşünceler, duygular ve davranışlardır. İrfan ise bir bakıma mutasavvıflarca, bir mürşit(Şeyh, Pir, Usta, Bilge) eteğine yapışarak başka bir deyimle yaşantısı ile örnek te olan bilge bir öğretmenin rehberliğinde müridin, yada bir insanın “doğduğundan beri ona belletilen duyuş düşünüş ve davranışlarının farkına varması ve bunları terkedip Hakk’a, hakikate ulaşma yolculuğuna çıkmasıdır.” Bu yolculuk aslında bir faninin kendinden kendine yaptığı -kendini tanıma, bilme- yolculuğudur…
Teist, Deist yada Ateist ol; bu ahlak yasasını reddetmek mümkün değildir. Yukarıdaki emirin en önemli bana göre tefsiri, anlamı: “senin olmayana kötü gözle bakmayacaksın ve el uzatmayacaksın,” dır. Bu büyük günahlardan olan tamaha, açgözlülüğe ve zorbalığa(akli ve ilkesel olmayana) konulan yasaktır. Oysaki çağımız haz ve hız toplumudur… Anı yaşa bir an önce arzularını tatmin et… gibi.
Bildiğim kadarıyla doğuda da, batıda da kemâlet mertebesidir: “Arzuların tutulması, kontrol edilmesi.” İnsan olabilmek akli, ussal olabilmek; kişinin kendisi ile ve bütün alemle akıl ile belirlenen ilkelere ve değerlere göre ilişki kurmak ve yaşamak demektir. Ahlak ta aklidir. Hayvanın ahlakı, dolayısıyla bir aklı yoktur.
Akıl sahibi olan insan, ahlaki ve hukuki yasalar kor kendisine. Bu yasalar ile insan ayıp, yanlış, çirkin, yararlı, zararlı ve güzel... olanın kriterlerini belirler.
İkisi bir arada yalnızca Nescafede olur.
Ömrünü insan ruhunu anlamaya ve anlatmaya hasretmiş bir değerimiz olan (Psikoloji Profesörü)Acar Baltaş, “İnsan aynaya baktığında hem düzgün bir insan görmek ister; hemde koşulların kendisine tanıdığı imkanlardan, fırsatlardan yararlanmak ister,”der. Bana göre zurnanın zırt dediği yerde burasıdır… “Çünkü ahlak, kritik anlarda kendini ortaya koyar.” Öyle lafla değil.
Kritik anlar ne? Bir örnek verelim. Mesela, oldukça tenha, gözden ırak bir yerdeki odada her faninin sahip olmak istediği güzellikte - senin olmayan - bir kadın-kız- yada çok yakışıklı bir erkek var. Hemen elinizi uzatsanız alabilecek dokunabilecek ve sahip olabileceksiniz ona. Yada internette gezinmedesiniz, herkesin gıpta ile bakabileceği bir “kat” ve bir “yat” gördünüz. Birkaç tıklamayla bu -senin olmayan- yata ve kata sahip olabileceksiniz. Hiçbir bedel ödemeden onu mülk edinebileceksiniz... Fakat; bunu yaptığınızda hiç kimse sizi görmeyecek ve bilmeyecek. Kimse sizi cezalandırılmayacak veya başka türlü bir bedel ödemeyeceksiniz...
İşte böyle kritik anlarda vereceğimiz karardır asıl ahlakımızı belirleyecek olan. İtibar kaybederim, para kaybederim, hapiste yatarım yada beni döver, öldürürler... korkusu ile bunları yapmıyor yada yapamıyorsanız; “sonuç itibariyle fiilen ahlaksızlık yapmamış olsanızda hakikatten bu sebeplerden dolayı kendini tuttuğunuz için ahlaklı değilsiniz, demektir.” Çünkü; bir boyutu ile ahlak feragat, fedakarlık, kendi nefsani arzularını tutabilmektir. Yani, hiç kimse görmesede, bilmesede, yalnızca sen biliyor olsanda sonuçta kişisel olarak ödül ve cezayı dikkate almadan ilke ve değerlere göre bir duruş sergilemeyi insani bir görev bilmektir.(Kant’ın Ödev Ahlakı kuramı, bu başlıkta önemlidir.)
“Hem aynaya baktığında düzgün bir insan görmek, hemde yanına kar kalacak her haltı yemek, bir arada olmaz.” Ahlak, Aristo mantığına göre işler. Ya vardır, ya yoktur. Yani ikisi bir arada olmaz. Olsa olsa bu tür ikisi bir aradalık (hem ahlaklı, hem fırsatçılık) yalnızca Nescafelerde olur. Sindirebilirseniz ikisi, üçü yada beşi bir arada da olur- o da midenize, şahsiyetinize kalmış-; “fakat bunun adı ahlak ve insanlık olmaz.” Çünkü ahlakın hakikati ile çelişir bu. Bir edimin yada duruşun ahlakiliği, saflığı, niyet(duygu, düşünce) ile fiil ve iradi tercihin birlikteliğini, “yani içi ile dışımızı” birbirine benzetmeyi zorunlu kılar.
Benzetemetiğimiz oranda da ikisi, üçü, beşi… birada Nescafelere dönüşürüz.
Yusuf ile Züleyha Kıssası
Hele bakın gömleğimiz ne taraftan yırtılmış!..
Güzelliği bütün şehre yayılan (köle)Yûsuf’u Mısır azizinin karısı Züleyhâ satın alır, ergenlik yaşına gelince de ona âşık olur. Züleyhâ’nın kölesine âşık olduğunu duyan Mısır’ın asil kadınları onu kınayınca Züleyhâ kadınları evine davet eder. Önlerine meyve tabakları yanında keskin birer bıçak koydurur ve Yûsuf’u içeriye çağırır. Yûsuf’un güzelliği karşısında şaşkına dönen kadınlar meyve yerine ellerini keserler.
En güzel giysilerini giymiş, kokular sürünmüş. Yusuf´u emretmiş odasına. Yusuf odaya girdiğinde kapıları kilitlemiş Züleyha... Yürümüş Yusuf´a doğru. Yusuf`u kendisine bağlamak, O`nun nefsinden murâd almak istemiş ve kapıları kapatarak “Haydi gelsene bana!” demiş. Yusuf Züleyhayı reddederek, dışarı kaçmış? Nefsini yenerek Allah'a sığınmış Yusuf. Züleyha ne kadar ateşse, Yusuf o kadar iffetti çünkü. Kaçarken Züleyha gömleğini yırtar Yusuf´un. Züleyha´nın eşi Mısır azizi Potifar ise tam o sırada kapıda beliriverir…
Züleyha öfkesini almak ve kendisini temize çıkarmak maksadıyla, kocası Potifar’a Yusuf bana saldırdı, bende kendimi korumak için itişirken onun gömleğini yırttım, der. Yusuf ise suçsuz olduğunu söylemektedir. Tabii, köle Yusufu’un sözüne itibar edilmez.
Birkaç akil adama danışırlar, hakikatin ne olduğunu anlamak için. Akil adamlar da, “Yusuf’u çağırıp bakalım. Yusuf’un gömleği arkadan yırtılmış ise, Yusuf iffetini korumak için odadan çıkmak isterken Züleyha onun gömleğini arkadan çekerek yırtmıştır; önden yırtılmışsa Züleyha kendini Yusuf’tan korumak için itişip kakışma esnasında Yusuf’un gömleği ön tarafından yırtılmıştır,” derler. Yusuf’u zindandan getirdip bakarlar ki, Yusuf’un gömleği arkadan yırtılmıştır. Yinede Potifar da durumu örtbas etmek ve şerefini korumak için köle Yusuf’u zindana attırır.
Bu kıssa, günümüzden yaklaşık üç bin yıl öncesine aittir. Bu hikayenin yaşanmış olup olmaması değil, bu hikayede verilmek istenen mesaj, hikmet önemlidir. Hz. Yusuf bu olayın yaşandığı dönemde köledir. Bir tarafta bir köle vardır, diğer tarafta dünyalar güzeli Züleyha. Yusuf bir köle olarak böylesi güzel ve güçlü kadınla bir olursa hem bedensel hazzını doyuracak, hemde o kadının kendine sağlayacağı imkanlarla ihya olabilecektir. Yani kölelikten azat olabilir, iştah ve şehvet ihtiyacını en Âlasınından karşılayabilir; fakat bunu yaparsa, hiç bir kul bilmesede yaşanılanı yalnızca Allah bilecek. Allah ise anlam itibariyle: “senin olmayana kötü gözle bakmayacaksın ve el uzatmayacaksın,” demiştir.
Hz. Yusuf ise bu ulu emre itaatin gereği olarak, Züleyha'ya, dolayısıyla bedensel arzulara, dünyaya sırtını dönmüş ve gömleği arkadan yırtılmıştır.
Arzularını serbest bırakmak, dizginlememek yada dizginleyememek hayvani; arzularını insan aklının koyduğu kaidelere hizmet adına tutmak, kontrol etmek insani, bir eylemdir.
Hz. Yusuf’un gömleği sırtından yırtıldı. İster bu kaideye şeriat, tarikat, hakikat,marifet… gibi dini, ezoterik bir yolla; isterseniz seküler (Akli, Hukuki, Kanuni, Meşru olan diğer)bir yolla Durkheim’ın ileri sürdüğü “Toplumsal-Maşeri Vicdan” esasını hedefleyerek varın.
Hakk divanında (bir dindar) yada (bir dinsiz olarak)toplum vicdanında, hem sosyal kaideleri ihlal edip hemde gönül rahatlığı ile "göğsümüzü gere gere" aklanabileceğimizi umarak: “Hele bakın, gömleğimiz ne tarafından yırtılmış?” diyebilmek mümkün mü?
Diyebilmenin nasibi, insan olabilmenin bilinci, nefs terbiyesinin çetin eğitimi ve insanın bütünsel gayreti oranında mümkündür kanımızca. Yusuf olabilmek yada insan olabilmek bir nasiptir...
Aliseydi SEVİM / 15 Mayıs 2021