Fethiye'de her yıl geleneksel olarak yapılmakta olan Absal Musa Lokması, bu gün saat:12:00'da Yazıhan Kaymakamı Sayın İdris AKÇA, Yazıhan Belediye Başkanı Sayın Nevzat ÖZTÜRK, Belediye Başkan Yardımcısı Sayın Atamurat ORMAN ve Yazıhan İlçemizde bulunan devlet dairelerinin personelleri, muhtarları Yazıhan ve Fethiye Halkının geniş katılımları ile yapıldı.
Bu lokmada maddi manevi payı olanlara ve emek harcayan canlara teşekkür eder, lokmalarının ve emeklerinin Hak nazarında kabul ve makbul olmasını dileriz.
Abdal Musa Lokması / Fethiye Malatya - 16 Nisan 2018
Abdal Musa Lokması, İnancımız, geleneğimiz ve bizim ritüelİmizdir. Diğer ritüellerimiz gibi: Muharrem Ayı ve Aşure Lokmaları… Bunlar gelenekle, inançla: biz kimiz, nereden geldik nereye gidiyoruzla ilişkili, nefisimizi aşan daha üstün bizi Kutsala, evrensele bağlayan anlam duygusu, ilke ve değerler, kurallar silsilesi ile irtibat kurma ve bu bağın canlı tutulması için gerekli olan temel tutum ve davranışlardır…
Yani, bu gibi lokmalara on paralık, yada bir avuç un, bulgur, yağ… ve bu gayeye hizmet, temel inanç ve tutumlarımızla irtibatı sağlamak ve canlı tutmak için gerekli değil oldukça önemli olan hizmet vb. katkılardır. Başka bir deyimle asıl lan bu anlama hizmettir.
Dedelerimiz Cemlerde Semah dönenlere der ya: “Seyir için olmasın, Aşk için olsun…” Bu anlama hizmet etmeyen her geleneksel kaynaklı gözüken her adet, “Seyir içindir ve riyadır.”
Demek ki birinci gaye: Geleneğimizin özü, anlamı (köklerimiz) ile irtibat sağlamak ve bunu canlı tutmaktır. Asıl olan gaye budur: Hizmet Hak içindir…
Lokmaya katılım sayısı 160. Daha fazla olmalıydı. Yazıhan’lı olmasa Cem Evi neredeyse dolmayacaktı. Her ismi geçen mümkün mertebe bu geleneğin ifasında bulunmalıydı. Lokmaya verilen paylar ister bir kuruş, ister bin kuruş olsun. Mühim olan rakamdan çok yukarıda bahsettiğimiz gibi maksat bu “gelenekle” irtibatı sağlama ve canlı tutmaktır.
Niçin katılım düşmekte? Bunun en başta ve en önemli etkeni moderniz min gelenekle çelişmesi ve geleneğin en büyük erozyon ve aşınma sebebi olmasıdır. Bu gidişi engellemek çok zordur. Fakat olabildiği kadar engellemek ise bahsettiğimiz “irtibatı” sürdürebilme kararlılığımızla daha çok ilişkilidir.
Modernizm ile gelenek arasındaki problem büyük ölçekli engeldir. Küçük ölçekli olan engeller ise lokmanın dağılımının adil olmadığı, gelir ve giderin şeffaf olmadığı yönündedir… Bu gerekçeleri çocukluğumdan beri duyarım. Muhtarlık, başkanlık ve diğer çelişkilerde cabası.
Altını çiziyorum: Bu günkü hizmetle ilgili hiç kimseyi suçlamıyorum. Ben dün, bu gün ve yarına dair engeller ne idi çözümler ne olmalı üzerinde kanılarımı paylaşıyorum…
Bazıları, ben bu gibi etkinliklerde üzerime düşenden çekinmem, fazlasıyla yaparım; fakat bize kepçenin ağzıyla bazılarına da dolu dolu, fazlasıyla veriyorlar, ben ondan “şey ediyorum” gibi bir mazerette bulunuyorlar. Mühim olan neydi: “Anlamla irtibatı koparmamak.” Biz üzerimize düşeni yapalım. Varsa böyle bir sorun, yapıcı öneri ve eleştirilerimizi de dile getirelim. Ve bunun takipçisi olalım. Bu kolay çözülebilir bir şey.
Diğer gerekçelerin bazısı, yemek ile ilgilenenleri ben sevmiyorum- bazılarınca her zaman kullanılan bir gerekçe. Onlar benim siyasi rakibim vb. Bu gerekçede, “İmama küsüp camiye gelmemek,” yada topu bilerek taca atmak gibi bir şey olarak görüyorum. Dolayısıyla, bunu doğru ve geçerli bir mazeret olarak görmüyorum.
Bir başka gerekçe: Yahu, lokma dağıtılırken insanlar üst üste karma karışık, bağırtılar içerisinde, benzetmek gerekirse varoşlarda kamyonlar dağıtılan gıda malzemelerinde halkın izdihamla bir biri ezmesi gibi bir durum oluşuyor. Bu çirkin bir görüntü ve aynı zamanda bizleri bu tür etkinlerden soğutucu bıktırıcı bir durum, deniyor. Elbette ki yakışmıyor bize.
Haberlerde görmüşsünüzdür. Kenar, fakir mahallelerde bir kamyon, kamyonun üzerinde bir kaç kişi içerisi ise gıda ve giysi paketleri dolu. Aşağıda yardım için gelen fakir halk izdiham yaratır ve birbirini ezerek o yardım paketlerine ulaşmaya çalışır. Yaka paça, kavgalar dahi olur. Bu görüntüler bir çok bakımdan içler acısı, çirkin ve utanç verici bir görüntüdür. Bu görüşe bizde, orada yaka paça, kavga ederek bir yardım paketi alan halkta mutabık.
Kamyondaki paket dağıtımı biter bitmez, o kamyondan paket almak için yaka paça olan insanlar ile deneme maksatlı bir anket yapılsa hiç kuşkunuz olmasın o insanların %90-95 “bu görüntüleri çirkin bulur ve bu izdihamı pis nefisli, iradesi zayıf” mahalleli yaptı der. Kendisini bu çirkinlikten ayrı, ari tutarak diğerlerini suçlar...
Bilimsel olarak başka bir örnek üzerinden kanıtlanmıştır bu. Örnek:”Bundan yaklaşık 30 yıl önce Seattle’da iki psikiyatris elli sürücüye şu soruyu sormuşlar: ”En son direksiyonda olduğunuzda sürüş becerinizi, dikkatinizi ve ruhsal durumunuzu nasıl değerlendirirsiniz?” Sürücülerin çoğu, kendilerini ve durumlarını “çok iyi” veya “%100” olarak değerlendirmişler. Ancak durumu fazlasıyla ilginç kılan, bu görüşmelerin hastanede yapılıyor olması ve sürücülerin ambulansla getirilmiş olmalarıydı. Polis raporlarına göre, sürücülerin % 66 sı yaptıkları hatadan bütünüyle sorumluydular. Yarısından fazlasının arabası hurdaya çıkmıştı ve yarısına yakını mahkemeden mahkumiyetle çıkacaklardı. Elli sürücü arasında sadece beş sürücü, “kısmen” hatalı olduğunu kabul etmişti.”
Psikologlar bunun normal bir insan davranışı, tepkisi olduğunu söylerler. Herkes kendisini, ortalamanın üzerinde akıllı, becerikli, dürüst, nazik, kibar… vb yapıda görme eğilimdedir. Yani kimse ayranım ekşi demez, yada kuzguna yavrusu şahin gözükür, deyimleriyle ifade edilmeye çalışıldığı gibi.
Yani şikayet ettiğimiz görüntü, Fethiye’de(lokmanın kapışılması ) ve bizde Fethiyeliyiz. Makul olan başkasını eleştirmeden önce, öz eleştiri yapmak. Başka bir deyimle önce kapımızın önünü, evimizin içini temizlemek.
Gelelim şeffaflık konusuna. Bu kesinlikle zorunlu olan bir durumdur. Secim sandıklarının başında tek bir partinin görevlileri değil, bütün partilerin görevlileri bulunur. Demokrasinin ve çok sesliliğin gereği de, insanın şeytana uymasının önüne geçmek içindir bir boyutuyla da. İnsan şeytana uymaya meyilli bir varlıktır. Kanunlarında, geleneklerin, inançlarında varlık sebebi bunu önlemek içindir.
Paralıda, parasızda; cahilde, eğitimlide bu eğilimdedir. Yüzlerce örnek verilebilir bu hususta. Bir psikoloğun İngiltere’de ki bir üniversitenin üst yönetiminin kullanımındaki kantininde yaptığı deney iyi bir örnektir bu hususta. Bu kantinin müşterileri üniversitenin profesörleri, doçentleri, doktorları ve okutmanları..vb.
Kantinde, soğuk ve sıcak içecekler var. Kantinin çalışan personeli yok. Herkes kendi eliyle içeceğini alıp masada içecek ve ücretini ise kasiyersiz orada bulunan kapalı bir kutuya atacak. Bölüm sekreteri olan kantin sorumlusu, bu uygulamadan bir süre sonra hesapları incelediğinde, gelirin düşük, giderin yüksek olduğunu görüyor.
Yani koca koca profesörler, doçentlerin bir kısmı bir fincan kahve parasına tenezzül ediyor.
Bir süre sonra, kantinde yeni bir düzenleme yapıyorlar. Kantindeki para kutusunun arkasına “büyük bir göz” resmi asıyorlar. Takip eden süreçte, bölüm sekreteri tekrar hesaplara inceliyor.” Görüyor ki gelirler dikkate değer şekilde artmış. Göz resmi insanda gözleniyor intiba uyandırdığından, kasanın cirosu artmış. Tabii hesap açığının tamamen kapanması kasiyer olması ile gerçekleşiyor.
Yani şeytana zenginde, fakirde, cahilde eğitimlide uyuyor. Toplum yararına yapılan akçeli her işte aynı değil, ayrı görüşteki insanların iş birliği, şeytana uyumu oldukça bozabilmekte. Buna, çok dikkat edilmeli.
Sonuç. Bizler işimizde gücümüzde iken, birileri bu etkinliği organize etti. İşin içine girdi, eleştirileri de göze aldı, koşturdu terledi. Bunu yapanın kim olduğuna bakmaksızın, “önce bu emeğe, gayrete” teşekkür edeceğiz. Sonrada, ileriki yıllarda halkın uyarılarını dikkate alarak bu işleri yürütmeye çalışacağız…”
Bu lokmada maddi manevi payı olanlara ve emek harcayan canlara teşekkür eder, lokmalarının ve emeklerinin Hak nazarında kabul ve makbul olmasını dileriz.
Not: Deneyleri aldığım kaynak, Prof. Dr. Acar BALTAŞ'ın makaleleridir.