Yiğitlik nedir?
“Aslında ben kendimi vurdum.”
Bu başlığa benim naçizane cevabım olarak bir kaç satır karalamak istiyorum... Yanlış olarak, "yiğitliği dışarıdaki kötü güce bizim karşı koyuşumuz olarak öğretir kültürümüz." Yanlış diyorum; çünkü kötüyü, yanlışı, çirkini, ayıbı... dolayısıyla her türlü ahlak ve adap dışılığı hep dışarıda(ötekinde)arar, onlarda bulur ve oralarda olduğuna inanırız. Bu böyle olunca, "yiğitlikte ötekinden bize yapılacak kötülüğe karşı koyuş ve ötekini bertaraf ediş" olarak çıkar karşımıza.
Her insan kendini iyi, güzel, doğru, adil vb. görüyorsa bu çirkinlikleri kim yapıyor? Her yer neden bu kadar tehlike arz etmekte ve korkutucu?Yani yanlış olarak herkes ben iyiyim öteki kötü diyor bir bakıma!
Tayfun Talipoğlu'nun "Yol Hikayeleri" programından aklımda kaldığı kadarıyla bir hikayeyi anlatmak istiyorum.
Tayfun Talipoğlu mapushanede bir erkek mahkum ile konuşuyor.
Mahkum hikayesini anlatıyor.
"El araba ile sebze ve meyve satıyordum. Sonra pazar yerinde kendime bir yer buldum. Orada bu işi yapmaya devam ettim. İşlerim iyiydi. Evlendim, eşim oldu. İşlerim iyileştikçe tanıdık, arkadaş ve dostlarımda oldu ve arttı. Derken pazar yeri içi, bir diğer pazarcı ile kavga ettim.
Bu kavga sonucu, "öfkemin esiri olup tabancamı çekip diğer pazarcıyı vurdum." O zamana kadar kazandıklarımı dava sürecinde ve mahkumiyette bitirdim. Önce arkadaş, dost, ahbap ve eşim sık sık beni ziyarete gelmekteyediler. Zamanla arkadaş dost ve ahbaplarımın bu gelişler seyrekleşti, derken gelmez oldular.
Haftalar aylar derken eşiminde beni ziyareti seyrekleşti. Bir süre sonra eşimde beni ziyarete gelmez oldu. Her şeyimi kaybettim.
“Şimdi anladım ki, o pazar yerinde aslında ben kendimi vurdum.” der."10-15 yıl önce dinlediğim bu hikaye bu sözlerle biter.
Ülkemizin önemli entellektüllerinden Felsefe Profesörü İonna Kuçaridi bir anısını anlatır. "Ben Erzurum Üniversitesinde iken birileri benim hakkımda kötü şeyler söyledi. Ben sustum. Sonra Bir meslektaşım bana, "senin hiç gururun yok mu" bu yapılanlara cevap vermedin, dedi? Bende "yok," dedim der.
Hoca gerekçesini ahlak felsefesine dayandırarak izah eder. Hocanın düşüncelerinden anladığımı şu şekil ifade edebilirim. Yapmaya çalıştığım bir tür tefsir, yorum.
Erdem değerlere göre duymak, düşünmek ve bu inançla hareket etmektir. Dürüstlüğün de izahı budur. İnsan çok önemli bir değerdir. İnsan hakkı ise olsa demek, karşı çıkmak, iyiden, güzelden, doğrudan bahsetmek değil, öyle olmayı gerektirir. "Ahlakın aktif yanı budur."
İnsan hakkı bir değerse ki değerdir "bende, o-diğeri-da insan"dır. O benim insan hakkımı ihlal etmekle, "benim değil, onun insanlığı güme" gitmiş oldu. Çünkü hepimiz insanız. İnsan hakları ihlaline uğrayan, maruz kalan ben, bir insanın insan hakkını ihlal ederek, "insanlıktan çıkan, insanlığı güme giden o," der.
O benim insan hakkımı ihlal etti, bana kötülük etti diye, bende ona kötülük edersem, "insan hakkı benim de önemli bir değerim" olduğunu söylememe rağmen, "bende -gerekçesi ne olursa olsun- bir başkasının insan hakkını ihlal etmiş olur ve benimde insanlığım güme gider."
Mahkum hikayesine dönersek, öldürülen kişi pazaryerinde mahkumun elde ettiği "insan hakkını" ihlal etti.
Mahkum arzu ve öfkesinin esiri oldu ve diğer adamı öldürdü. Mahkum "her insan için ortak değer olan bir insanın yaşama hakkını, o'nu öldürerek, ihlal etti."
Biri pazar yerinde, "elde edilen pazar yeri hakkını ihlal etti," buna karşılık diğeri, pazar yeri hakkını ihlal edenin “yaşama hakkını” ihlal etti. Olan yalnızca bu iki ikişiyede olmadı. Onlar, ailelerinin de huzur ve mutluluk haklarını bir bakıma ihlal ettiler.
Mahkum derya, “Ben o pazar yerinde aslında kendimi vurdum...” Değerler ahlakı açısından mahkum, bir insan hakkını ihlal etmekle, yalnızca kendisinin değil, diğerinin, dolayısıyla “bütün insanlığın insan hakkını” da ihlal etmiş oldu.
Sonuç itibariyle: Hem mahkumun, hemde maktul, öldürülen kişinin “insanlığı güme gitmiştir.” Bu olayda “yiğitlik” bize ezberletilmiş, vaktini doldurmuş, tedavülden kalkmış, kendi kanunlarını yazmak ve uygulamak ilkelliğidir. Bir tabanca, bir bıçak ve güçlü bir bilek, çevre vb...
Arifler, “Ekberi Cihat” derler insanın kendisi, nefsi ile savaşmasına. Ekberi Cihatla insanın kendisi ile giriştiği “büyük savaş,” kendisi ile kavgalı, kendisinin kendisi ile verdiği “en çetin ve karmaşık mücadele” kastedilir. Bir rivayete göre, Hz. Muhammet bir savaştan dönerken sorarlar: “Ya Muhammed savaş çetin, zor geçti mi?” diye. O da, “küçük savaştan geliyoruz, asıl büyük savaşa, nefsimizle savaşa gidiyoruz,” der.
“Ekberi Cihat,” hem büyük ve uzun bir süreçte bilgilenme(öğrenim -ilim), hemde kendini ve kendinde insanı tanıma(alim ve irfan -içebakış) gerektirir. İlaveten olmazsa olmaz olarak güncel ve kadimle uyumlu belirli usul, adap ile uygulama ve kendini eğitmeyi gerektirir. Ne kadar, ne zamana kadar: "Can tenden ayrılana kadar."
Mahsuni’ni bir dizesinde derya: “Dostlar beni bir kazana koydular. Kırk yıl yandım daha çiğsin dediler.” Evet özetle böyle. Yani bir tabancanın tetiğini sekiz on yaşındaki çocuk dahi düşürebilir ve bir can alabilir. Bu “Yiğitlik” değil “zayıflık”tır -kırk yıl yanmanınkarşısında..
Fakat asıl büyüklük, güç, yiğitlik ve cesaret; bir insanın doğduğundan beri annesi, ailesi, mahallesi,memleketi ve çağının belirlediği, şekillendirdiği, özgürlüğünü elinden alıp kültürel bir formata döktüğü kimliği, kişiliği ve kendiliğini silmek ve yeni bir kendilik, kişilik ve kimlik oluşturabilmektedir.
İradi ölüm ve iradi (yeniden)doğum… Asıl Yiğitlik, Mertlik ve yüreklilik budur. Bize, biz dünyanın farkında değilken kültürümüzün, inancımızın… bize giydirip, sevdirdiği ve ömrümüzü bu kostümler ile geçirmeye zorladığı bu elbiseyi yırtıp atabilmek ve yenisini kendimizin dizayn ettiğini giyebilmektir.
Yusuf'u kaybettim Kenan ilinde
Yusuf bulunur, Kenan bulunmaz” Yunus Emre’nin dizlerindeki ifadesine müracaat edersek: Mahkum “Ben aslında o pazar yerinde, kendimi vurdum” deyişi ile doğduğundan beri gıdım gıdım “toplumun ona giydirdiği -yiğitlik- kimliği”nin mapusta yatarken çatlayan aralığından, “kişiliğini,” onuda aşarak “kendiliğini” farkettiğini bilinçsizce de olsa dile getirir.
Başka bir deyimle mahkum, “Kenan İlinde, toplumsal kimliğinin içerisinde kaybolmuş Yusuf’u, kendisini bulmuştur.” Kimliğinden, toplumun giydirdiği elbiseden, mahkumiyetinden kurtulmuştur; bedeni hala mahpus olsada.
Allah herkese “kimlik hapishanesinden çıkabilme, önce kişiliğini sonrada kendisini(dolayısıyla insanlığını) bulma ye yeniden inşaa edebilme gayreti versin.”
Nisan 2020 - Aliseydi SEVİM
Not: Bu Yazıyı geçen hafta Kemal İLHAN’ın oğluna “Yiğit” ismini vermesi, kendi kendime sahi “yiğitlik” nedir sorusunu sormama vesile oldu. Buna cevaben ise kafamdan geçenleri yazıya döktüm ve sizlerle paylaşıyorum.
Yiğit bebek en erken bu yazdıklarımı 2045- 2050’ler de anlayabilecek çağa gelecek. Yani ben, Yiğit bebeğin, bu yazımdan ne anladığını öğrenemeyeceğim. Benim kuşak o tarihleri göremeyecek büyük bir olasılıkla.
Bu yazım Yiğit bebekle beraber, yukarıda bahsettiğim tarzda “Yiğitlik” göstereceklere armağan olsun.