Fethiye Beldesi / Malatya - 18.04.2010
“ Fethiye Beldesi ile ilgili bir kitap yazan değerli araştırmacı / yazar Ali AKSÜT’ün, yayınlanmış kitabında olmayan konularla ilgili olan bir çalışması aşağıdadır. Yıllar içerisinde oluşacak yeni anılar ve vesikalarla birlikte ilerde bahsi geçen kitabın tekrar basımı mümkün olabilir. Bu konuda söyleyecek sözü olanların bize yazması ve belgelerinin ulaştırılması sonucunda, bu arşivin ve çalışmanın zenginleşeceğini düşünmekteyiz.”a.s.
İMAM HÜSEYİN’İN KESİK BAŞI / İLK MEŞİN TOP
ALİ AKSÜT
Ali AKSÜT - Araştırmacı / Yazar
Anadolu insanı için 1960 lı yıllar değişim yıllarıdır. Cumhuriyetin ardından hayli gecikerek de olsa çağdaş değerlerle de tanışıklık başlamıştır. Gökte de olsa uçak görmek, lastik topla futbol oynamak da bu yıllarda yaygınlık kazanır.
Hasan Badırık’lı (Fethiyeli) gençler 1950’li yıllarda eski çaputlardan top yapar, genellikle mezarlığın yanında Aşağı Tenci yolu üzerinde Cıldır’ın evinin arkasında bu topla futbol oynarlarmış.
O yılların Hasan Badırık’lı Peleleri; Elideğnekli’nin Ahmet, Cazoğ’un Aliseydi, Abbas’ın Kenan, Gollik Hasan, Hüsük (Hüseyin Aslan), Abidin Dağdeviren, Plancı Emin’in Hasan, Tahsin’in Naki (Kaleci), Kel Garip, Elideğneklinin Hasan, Güssüm’ün İhsan, Sami’nin Yılmaz, Tonton Duran ve Natocu Memet imiş. Anımsanan isimler bunlar.
Tahminen 1960 yılında Sivas’ta oturan Memiş Yıldırım yeğeni Niyazi Er’e bir meşin top göndermiş. Bunun üzerine Fethiye’li gençler Bayram tepesinde halay çeken kızları bırakıp meşin topun arkasından koşar olmuşlar. Altmışlı yılların sonunda Balaban Gölü’nün yakınlarında bir alan Greyder’le düzeltilip top sahası yapılmış.
Cinli Kalender topu kast ederek “İMAM HÜSEYİN’İN BAŞIYLA TOP OYNAMAYIN GÜNAHTIR” dermiş.Futbol yaygınlaşınca artık bu tür sözler edilmez olmuş.
Nereden nereye……
1960 lı YILLARDA FETHİYE
Orta büyüklükte yol güzergahında kendine yeten Anadolu köylerinden biri de Fethiye’dir
Anadolu insanı gibi köyleri de sürekli bir değişim yaşamaktadır. Bu yıllarda Fethiye köyünden geçen Petrol boru hattının pompa istasyonu yapılır. Köyden bazı kişilerde bu işten ekmek yer.
O yıllarda köyde trahom savaş memuru Mehmet Arpacı, Hekimhanlı Bekir, İğneci tazıcı Mehmet ile Çiğdem adlı bir hemşire Sevim’lerden Cafar’ın evinde sağlık hizmeti verilmektedir.
Trahom savaşı Devlet eliyle yapılmaktadır, Halk ilaçlarla yetinmeyip gözü ağrıyanların gözüne “Moda ‘’denilen kırmızı bir boya atıp incir yaprağının tersiyle göz kapaklarını silerlermiş.
İspirli Hasan’ın kahvesi boşaltılıp tüm köylü göz taramasından geçirilirmiş.
1958 – 59 yıllarında Fethiye’de yaşayan her iki çocuktan birisi Kızamık hastalığından kaybedilirmiş.
Anneler kızamık olan ateşli çocuğa su vermezlermiş, su verirsek hastalık zatürrieye çevirir diye korkarlarmış.
Zatürre, Kızamık, Trahom gibi hastalıklar çok yaygınmış.
Gavur kızı Fadime (Akkılıç) Akkoçlar’ dan Gülistan bibi köylü kadınların doğumunu yaptırırmış.
Köy de sünnet işlemini köy köy gezen davulcular yaparlarmış.
Karabuşlu Hacı Baboğun Drabzanlı büyük bir evliği (oda) varmış. Karabuşlular burada, Ahmetcenliler Kulu’nun evinde cem yaparlarmış.
Pirililer de daha sonra bu evde Cem yapmaya başlamışlar. Leğenler Şaşıbeşin Sadık’ın evinde, Keller de Hacı Durmuş’un drabzanlı büyük evliğinde, Şeyh Hasanlılar ise Hamza Dede’nin evliğinde cem yapar,arınır,aklanır yeni yıla temiz gönülleri ile girerlermiş..
Üryan Hızırlılar ise Kötü Musto’nun drabzanlı evliğinde cem yaparlarmış.
Bir odayı ayıran yerden seksen santim kadar yüksekliği olan bölmeye drabzan diyorlarmış
Bu yıllarda Fethiye’de Tarım Kredi Kooperatifi, Ana Okulu, Biçki dikiş ve nakış gibi kurslar açılmış. Sami İlhan’ın Muhtarlığı köyde ileriye doğru bir değişimin yaşandığı dönem olmuştur.
BAYRAM TEPESİ VE BAYRAM
1960 lı yılların ortalarına kadar Fethiye köyünde özellikle Bayramlarda kızlar Bayram tepesinde halay çekerlermiş.
Bayramlardan önce tüm evlerde temizlik yapılır, tüm sokaklar temizlenir, Bayramlık giysiler alınır, Bayram günü beklenirdi.
Arife günü akşamı kına ıslatılır tüm ailenin eli kınalanırdı.
Bayram için sütlü ve kadayıf tatlısı yapılır, Bayram yemeği olarak Yoğurtlu köfte, dolma köftesi (içli köfte) kurutulmuş yeşil fasulye, analı kızlı denilen tiritli köfte gibi yemekler yapılırdı.
Arife günleri tüm yaşlılar mutlaka oruç tutarlardı.
Arife günleri o yıl içinde ölenlerin mezarları da ziyaret edilirdi.
İkram edilmek üzere Kolonya, şeker ve kulüp sigarası bulundurulurdu.
Yaşlılar sabah erken Bayram Namazına giderlerdi. Bayramlaşma bundan sonra önce aile arasında başlardı.
Gençler grup grup bir araya gelir önce köyde bulunan Dede ve yaşlılar dolaşılır el öperlerdi.
Bayramlarda delikanlılar beyaz gömlek, kara şalvar, bağlı yemeni, potin giyerlerdi.Bellerine beyaz ipek poşu bağlarlardı.
Kızlar genellikle “ot ipek” denilen fistan, siyah çorap, ayaklarına yandan bağlı siyah ve kırmızı yemeni giyerlerdi. Beyaz el örgüsü yün çorap mutlaka giyilirdi.
Yoksul olanlar ve yaşlılar Sümerbank basması ve pazen giyinirlerdi. Kar bol yağıp av olduğunda ve çift sürmeye giderken erkekler çarık giyerlerdi. Çarığın ve yemeninin içine ayaklarına “nakışlı dizleme” giyerlerdi. Çarıklar sırım ile sıkıca bağlanırdı.
Yaşlı kadınlar başlarına terlik diker terliğin üzerine gümüş siyah çizgili fes takarlardı. Bunun üzerine de siyah ipekten kenarı püsküllü kırmızı çizgili puşu bağlarlardı.
Kadınlar bayramlarda bellerine “Gümüş Kemer” kollarına “Gümüş Menteşe” , boyunlarına çerçicilerden aldıkları renkli boncukları takarlardı.
Boncukların ortasında köşeleri yontuk ”Hacı Bektaş “ taşı bulunurdu.
Cilt bakımı için Pertev kremleri kullanılırdı. Bu kremler kırmızı ve beyaz renkli olurdu. Kızlar bunu almak için satıcıya evden bir tabak haşhaş götürürlerdi.
Bir bilbil (Bir kilo kadar) buğdaya üstü kelebekli bir çift naylon toka alınırdı. Bunları takan kızlara imrenilerek bakılırdı.
Suya giden kızlar ve genç kadınlar fistan cebindeki cep aynasına bakmadan, toka takmadan evden çıkmazlardı.
Başına dolak atan kadınlar tokaları görülsün diye dolağın ucunu başlarının arkasına sarkıtırlardı.
Kızlar renkli dolak, evliler ise beyaz tülbent takarlardı. Tüm bu değerler geçmişimizin folklorik resmidir.Dünün aynasındaki gerçeğimizdir.Gelecek kuşaklara aktarılması onları doğru kimlik sahibi edecektir.
Değişmeyen bir şey var ise o da her şeyin değiştiğidir, sözü ne kadar da yerine oturuyor, değil mi ?
BAYRAM TEPESİNDE HALAY
Her bayramdan üç gün öncesinden köyün genç kızları Bayram tepesinde halay çekmek için hazırlıklara başlarlardı. Gerek eski töreleri, gerekse yüzyıllarca önce evrensel değerleri yakalamış olan inançları onları sevgi dolu insanlar olarak şekillendirmişti. Erdemli, hoşgörülü, ilkeli ve özgür davranışlı idiler. Yaşadıkları, kıyımlar, acılar onları bu değerlerinden kopartamadı. Kadınları ikinci sınıf insan kümesi edemedi. Onlar, rıza kentinde rıza lokmasının yendiği cemlerde piştiler. Dillerini alev ile yıkayıp, sözü süzüp konuştular.
Anlattığımız giysiler giyilir, eller kınalanır, kına kararsın diye kahve sürülür, cümbür cemaat alabildiğine coşkulu Bayram tepesine halaya gidilirdi.
Kızlar dizilir, bazı iyi halay çeken, coşkulu, coşkusunu dışa vuran kızlar halay başı olurdu. Kızlar Pirililerden Şahin’i çok severler çok zaman ona da halay başı tutturur, türkü söyletirlerdi. Hep birlikte coşku ile çekilen Ağır halayın ardından “Havayı döndürelim” denir, Hızlı halaya geçilirdi. Ağır halayda söylenen derleyebildiğim manilerden bazıları ;
İğne dürttüm söğüde
Kızlar gelmez öğüde
Kırk kızlar kurban olsun
Ağ terlikli yiğide
Hadalar hadalar
Elleri koynunda bir gelin ağlar
Kaya dibi kar imiş
Gün doğmadan erimiş
Otuz iki meyvenin
En tatlısı yar imiş
Hadalar hadalar
Elleri koynunda bir gelin ağlar.
Kayadan öküz bakar
Öküzün alnı sakar
Ergen oğlan dururken
Sakallıya kim bakar
Hadalar hadalar
Elleri koynunda bir gelin ağlar.
BİR BAŞKA HALAY TÜRKÜSÜ
Yüce dağ başında kar bölük bölük
Esme seher yeli ciğerim delik
Önceden olmuşum yaralı geyik
Bir de sen vurup da yaram azdırma
Yüce dağ başına çıkam oturam
Yandı elim soğuk suya batıram
Bilmedim yolunu gelem getirem
Yanıma gelmeyen yar nenni nenni
Yüce dağ başında kar namlı namlı
Küçükten sevdiğim yar nenni nenni
Küçükten sevdim ki yanıma kala
Yanıma kalmayan yari nideyim
Giden oğlan beri bak
Mendili elden bırak
Ya beni size götür
Ya beni dilden bırak
Oğlan adın hüsgülü
Tabancamın püsgülü
Püsgül buranın değil
Anasının bir gülü
Oğlan adın ibili
Gömleğin yılan dili
Bu dil buranın değil
İstanbulun bülbülü
KIZLARIN SÖYLEYİP OĞLANLARIN OYNADIĞI HALAYIN MANİLERİ
Demir kapı aralık Gemi gelir yanaşır Sığır vurdum yamaca
Kızlar beş bin liralık İçi dolu çamaşır Yar geldi dolamaca
Oğlanları sorarsan Fethiye’nin kızları Arguvan’nın kızları
Gollu’ da kokmuş balık Koca diye ağlaşır Bir kaşık bulamaca
Saman koydum sepete Motorunda tekniği Bir taş attım karşıya
Seni gördüm tepede Rampalarda çekmiyi Vardı düştü çarşıya
Öyle bir yar sevdim ki Fethiye’nin kızları Arguvan’nın kızları
Şan olsun memlekete Şoför yolu bekliyi Birer seğen turşuya.
ZUMBAD ADI NEREDEN GELİYOR
Kırkların Derenin Kuruçay ile birleştiği yerin adı günümüzde Zumbad diye biliniyor.
Demir yolu döşenip dördüncü tünel denilen tünel delinirken burada Alman mühendis ve işçiler çalışmakta imiş. Yaz günü sıcaktan bunalan Almanlar yüzmek ve serinlemek için Kuruçay’ da oluşan gölcüğe gider yıkanırlarmış.
Buraya yıkanmaya gidenlere nereye gittiklerini sorduklarında ‘ZUM BAD’ a diye cevap verirlermiş. Bir beş derken zamanla o gölcükten dolayı yörenin adı Zumbad kalmış
Zumbad Almanca (Yıkanmaya ) anlamına gelirmiş.
Zumbad adının yakın zamanda verilmiş bir ad olduğu, tarihsel bağ aranmaması için bilinmesi gerekir.
HÜSEYİN GÜVERCİN
Fethiye’de 3 Mart 1928 – 2 Kasım 1987 yılları arasında yaşadı. Cumhuriyet kuşağının yetiştirdiği insan tipinin Fethiye’deki örneklerinden idi. Tamburi Hüseyin Güvercin olarak tanındı. Tamburi, cümbüş, bağlama gibi sazları çalıp türküler söylerdi.1959-1963 yılları arası TRT de 1966 yılına kadar Ankara gençlik parkında Zeki Müren, Muzaffer Sarısözen gibi zamane ünlüleriyle sahne aldı. Asıl mesleği marangozluk ve duvar ustalığı idi.. Amatörce şiir yazma geleneğini sürdürdü.Sanatsever Fethiyeliler Hüseyin Güvercin gibi değerlerini hiçbir zaman unutmadılar. Onun izleri bir sonraki nesilde görülmektedir.
Fethiye eski bir kültürün üstüne yerleşmiş köklü ve kadim bir inancın temsilcilerinin yaşadığı bir yerleşim yeri. Elbette yazılacak değerleri çok. Ama benim çok kısa bir zaman içerisinde ulaşabildiğim değerlerden bazıları bunlar.
SEVMEM
Kalender meşrebim mihnetim yoktur.
Yükseklerde uçan meleği sevmem
İzzeti nefsime hürmetim çoktur
Öpülmek isteyen eteği sevmem
Zelilin kaniim hamakatine
Kulak vermem lagi liyakatına
Dünya şahit iken sadakatime
Kurdu severim de köpeği sevmem
Ezelden mailim nüktedanlığa
Hürmettim büyüktür kahramanlığa
Kispetim yoksa da pehlivanlığa
Kolayca bükülen bileği sevmem
Hilkatten almıştır yüksek bir paye
Gönül pek Ali’dir bakmaz endaye
Meylederim sanma dem-i Dünya’ya
Elin kokladığı çiçeği sevmem
Bin derde uğradım ben bile bile
Neler çektim neler bu kafa ile
Eğer sevmiyorsam babamı bile
Seni seviyorum demeyi sevmem
Talihin kahrına göğsümü gerdim
Dergahı Rıza’ya postumu serdim
Yolundan dönersem ben de namerdim
Dönmek menfurumdur döneği sevmem
BU DÜNYA
Yüzüne gülenlerin yüzde yüzü yalandır
Menfaat kapısıdır hepsi falan filandır
Herkesin göz diktiği cebinde son kalandır
Cebin delik ise kimse vermez bir yudum su
Aldırma adam sende hepsi geçer dünya bu
Herkes sende ısınır, mangalın dolu korken
Hısım akraban çoktur, kazanın kaynar iken
Dostların yüzü güler maymunun oynar iken
Hakiki dost arar isen ne bu ne de şu
Aldırma adam sende hepsi geçer dünya bu
EYVAH
Aylar yıllar dünler günler
Geldi geçti zaman eyvah
Beni erken derde koyup
Kaçıp gitti zaman eyvah
Taktı elin kanca gibi
Soldurdu yar gonca gibi
Gençliğimde yonca gibi
Biçip gitti zaman eyvah
Ağardı saçlarım tel tel
Bel ağladım, gülerken el
Gözyaşımı eyledi sel
İçip gitti zaman eyvah
Hep azdırdı yaramızı
Hem de bahtı karamızı
Çok dostlarla aramızı
Açıp gitti zaman eyvah
Güvercinler söyler dilden
Sazım düzen tutmaz telden
Yalvarsam ne gelir elden
Kaçıp gitti zaman eyvah
DERVİŞ ALİ’DEN ÖZDEYİŞLER
Kendi deyimi ile Horasan’dan kalkan Hozat’a (Tornutu Köyü) gelen oradan da 1635 yıllarında Doğanşehir Dedeköy’e, en sonunda da Hasan Badırık (Fethiye) köyüne gelip yerleşen Alaaşıklar sülalesindendir. Zeki ve aşkın bir kişiliği olan Derviş Ali alabildiğine yaratıcı ve açık sözlüdür.
Fethiye’nin bilge kişilerinden Derviş Ali amcası gelini Fadime’nin evine gider, Fadimeye derdini anlatır, yük taşımak için eşeği vermesini ister. Eşekler işten gelmiş yorgun olduğundan Fadime, eşek evde yok, der. Derviş Ali dönüp gitmek üzere iken, eşek ahırdan anırmaya başlar. Devriş Ali Fadime’ye döner ve;
-Aslı Hu… nesli Hu…! Sen diyorsun ki eşek evde yok. Eşek diyor ki, ben evdeyim. Ben şimdi hanginizin sözüne inanayım.
HÜSEYİN ALTUNOK (Delik Mamoğlar’dan)
Fethiye köyünün eski ailelerinden bir küme Alaaşık adıyla bilinmektedir. Hüseyin Altınok’un baba tarafı Delik Mamoğlar’dan (Pirili) anne annesi ise Alaaşıklar’dan (Karabuşlu/Karapoşulu’dur. Hüseyin Altunok Fethiye’de iken Hüseyin Güvercin ile birlikte düğünlerde çalıp söylemeye başlamış, 1965 yılında Almanya’ya gitmiş, ‘’Sefil baykuş ne yatarsın yuvada, Hasta düştüm Almanya’da’’ gibi türkülerin de içerisinde yer aldığı bir plağı çıkarmıştır. Birkaç plağı daha olduğu söylenmektedir. İsim tespit edemedim.
Daha sonra Fethiye’den yetişen müzik guruplarından Derdiyoklar ve Akbabalar ike sürekli bir dayanışma ve birliktelik içerisinde olmuştur. Hüseyin Güvercin ve Hüseyin Altunok Anadolu’nun sesi olup Avrupa’da ünlenen Derdiyoklar ile Akbaba’lara ruh verenlerdendir. Onlarda bu ruhu kendilerinden sonra gelen sanatçı guruplara aşılama inceliği göstermişlerdir.
Fethiye kitabını hazırladıktan sonra bu sözlü gelenek ürünlerine ulaştım. Kaybolup gitmelerine gönlüm razı olmadı. Tüm Fethiye’li canlara hürmetlerimle…
KK. Hüseyin ALTUNOK Fethiye 1940
KK. HASAN ÖZACAR Fethiye 1956
KK. Muharrem ÇAĞLAR Fethiye 1954
Not: Ali AKSÜT’ün bu yazıyı bana iletmesine aracılık eden İsmail SEVİM’e teşekkür ederim.