Sevgililer Günü, Sevgi, Sevgili , Aşk ve Aldatma ile Aşkın Biyokimyası…
Yağmuru seviyorum diyorsun,
yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun...
Güneşi seviyorum diyorsun,
güneş açınca gölgeye kaçıyorsun...
Rüzgarı seviyorum diyorsun,
rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun...
İşte, bunun için korkuyorum;
Beni de sevdiğini söylüyorsun...
William Shakespeare
(Sanırım İsmet Özel’in bir sözüdür: “Sosyalistler Aşk ve Ölüm” hakkında konuşmazlar. Çünkü onlar toplumcu bir dünya görüşüne sahiptir; “toplumlar aşık olmaz ve toplumlar ölmez.” Bende eski bir sempatizan olarak bu görüşü zorlayıp, aklımdan geçenleri sizlerle paylaşmak istedim.)
Bugün Sevgililer Günü… Sevgililer Gününün tarihçesine girmiyeceğiz. Başlangıçta bu “dini” temelli idi, bu gün ise kapitalizmin evrimleştirdiği “bireyselleştirilmiş” bir gün. Nöroekonomi, sosyal psikoloji ve reklam moda araçları ile daha çok ticarileştirilmiş bir gün. Asıl maksadı ne olursa olsun ogün bu hediye alışverişi ve bunun yarattığı ambians bir kısım insanı bir süreliğinede olsa mutlu ediyor. Her özelleştirilen günler gibi: bayram, düğün, festivaller…
“Sevgilim” dediğimizde kastettiğimiz eşimiz, birlikte yaşadığımız, uzun dönemli hayatımızı yaşayacağımız kişi yada henüz evlenmemişlerin evlenmek maksadıyla kurdukları ilişkide birbirlerine hitap ettiği kelime mi?
Yoksa öteki, toplumun(meşru ve bazende yasal olmayan diğeri - yasak ilişki); yani tarafların birbirlerine sevgili gözüyle baktığı yada ilişkilerini bu kelimelerle isimlendirdiği, fakat başkalarının bu ilişkiyi manitalar, madigüdiler, metresler, dost hayatı yaşayanlar, birbirlerinin kırığı,takılanlar, oynaşlar, aldatanlar, sadakatsizler, ihanet edenler, ahlaki zayıf olanlar...vb.) diye nitelediği ilişkiler ağı mı?
Büyük bir anket yapılsa, yukarıdaki paragrafta kırmızı olan şık mı, siyahla yazılmış olan şık mı sizin “sevgiliden” anladığınız, diye? Katılımcıların ankete %99,99 oranında kırmızı satırda ki şıka uygun cevap verebilir.. Sizce de verilen cevaplar böyle olmaz mı? Cevap bu olunca, bu cevabın hakikat ile örtüştüğünü ne derece söyleyebiliriz?
Aşk nedir?
Konumuz açısından aşkın tasavvufi kısmını dışarıda bıracağız. Daha çok libido, cinsel arzular ile oluşturulan ve “insani sevgi” gibi algılanıp, öyle sunulmaya çalışılan türünden bahsedeceğiz. Tabii, bahsedeceğimiz bu duyusal ve duygusal ilişki LGBT… arasındaki ilişkileri de dışarıda bırakacak.
İki cins arasında duyusal, duygusal, cinsel arzunun tatminini amaçlayan tutkusal hale gelmiş, hiç kopmayacakmış gibi görünen bağlanma ve ilişkiler ağı süreci. Abi, “onu görmeden, düşünmeden, hayal etmeden duramıyorum. Aklım, fikrim bütün hayallerim, gecem, gündüzüm onunla dolu. Günümün yüzde doksan dokuzun da onu düşünüyorum. Elimde değil. Bilemediğim bir şeyler beni alıp ona götürüyor.”
“O kadarki abi, onu hatırladığımda bile ayaklarım yerden kesiliyor, kalbim pıt pıt atıyor, şuramda, midemde bir şeyler uçuşuyor. yani anlayacağın bir hoş oluyorum. Sanki narkozu çekmişim, ben bende değilim abi, yani başım dumanlı… vb.”
Aşkın bir biyokimyası, nörolojik karşılığı var mıdır?
Varsa nedir ve nasıl işler?
Yukarıda bahsettiğimiz şekilde tutkulu bir aşk başladığında, biyokimya mız da neler olur? Nöronların arasındaki bağların yönünü belirleyen nörotransmitter(beyinde salgılanan ve beyin hücreleri arasındaki bağın yönünü ve hacmini etkileyen nörokimyasallar) salgılanır.
Bu aşk başlarken ve başladığında dopamin, endorfin, vazopressin, oksitosin, serotonin, gaba, glutamat, norepinefrin… ve yumurtalıklardan cinsiyet hormonları: östrojen, testosteron… gibi hormonlar salgılanarak sahneye çıkar ve bütün hünerlerini sergilemeye başlar.
Duygu ve haz merkezleri alt beyinde denilen Limbik Sistemde; başka bir deyimle tüm memeli hayvanlarda ortak olan beyinde bulunur. İnsan beyninin, insanı insan yapan ve onu diğer memelilerden ayıran kısmı daha vardır o “beyin kabuğu, korteks”tir.
Limbik sistem hayatta kalabilmek için gerekli güdü ve dürtülerin kodlanmış olduğu merkezdir. Mesela bir tehlike anında kokma, korkup kaçma yada saldırma, periyotlar geldiğinde çiftleşme, yeme, içme uyuma vb. alınan hazların merkezidir.
2002 Nobel Ekonomi Ödülünü alan psikolog Daniel Kahneman bu ayrımı belirten ve karar alma süreçlerine dair “Hızlı ve Yavaş” ismi ile dilimizede çevrilen bir kitap yazmıştır. “Hızlı” diye sınıflandırdığı beyin kısmı “Limbik Sistem,” “Yavaş” diye sınıfladığı beyin kısmı ise insanı insan yapan “kortekstir.” Limbik sistemin (ben bu sisteme sürüngen beyin dahil beynin korteks dışındaki birçok merkezlerini kast eden anlamda kullanacağız bu yazımızda) çalışma hızını bir benzetme ile açıklamak gerekirse roket hızı ile çalışır ve uyaranlara tepki verir. “Frontal Lob” ise limbik sistemle karşılaştırıldığında otomobil hızı ile çalışır.
Beynin insani olan korteksini “vicdani, düşünen beyin,” Limbik Sistemi ise “hayvani, nefsani, ilkel beyin olarak ta” tanımlarlar.
Kişi diğerine tutulmaya - aşık olmaya- başladığında mutluluk hormonu kabul edilen, daha doğrusu mutluluk hormon ve beyindeki kimyasalları harekete geçiren güçlü bir - tatmin olma - isteği ile arzunun oluşmasını güdüleyen dopamin salgılanır. Dopamin ile arzulanan isteğin tatmini endorfin kimyasalının salgılanmasını tetikler. Sonuç, keyif ve mutluluk hissi ile sonuçlanır.
Bu yalnızca beyin biyokimyasalları ile başlayıp biten bir durum değildir-psikolojik ve sosyolojik etkenleri dışarıda bırakarak anlataıyorum. Buna başka hormonlarda eşlik eder. Sistem bir bakıma kombine, karmaşık ve uyumlu çalışır.
Mesela diğerine güvenip ona bağlanabilmek için olmazsa olmaz hormon, özellikle kadınlarda oksitosin, erkeklerde vasopressindir… Bu hormonlar salgılanmaya başlandı mı, kişinin diğeri hakkındaki kaygıları ortadan kalkar, ona alışır, güvenir, inanır ve “o iyidir, güzeldir” görüşü, hissi ağırlık kazanır. Giderek bu bahsettiğimiz ve bahsedeceğimiz hormon ve beyin kimyasalları bağlanmanın, aşık olmanın derecesiyle orantılı olarak, kanda olması gereken normal değerlerin en üst seviyesine çıkar, yani tavan yapar.
İşte bunun sonucuna “sırılsıklam aşk,” çıkar ortaya. Bu kimyasallar tavan yaptığı sürece, taraflar sürekli diğerini düşünür, arzular, onunla beraber olmayı ister ve dolayısıyla da kendini mutlu hisseder. Kişi diğerini arzuladığı oranda bu kimyasallar salgılanır, bu kimyasallar salgılandığı oranda ise iradesi kontrolden çıkar ve kişi diğerini arzular, düşünür ve onunla beraber ve bir olmak ister- bulutların üzerinde uçar.
Hani denir ya: “Abi bunda anlayamadığım, çözemediğim bir cazibe, sanki bir şeytan tüyü var. Elimde değil. Beni benden alıp götürüyor. Kendimde değilim sanki. O olmazsa yaşayamam sanıyorum. Sanki çekmişim tozu kafam bir hoş dumanlı. Onu düşününce, onunla bir olunca, onu hayal edince, onun resmini görünce, sesini duyunca… ayaklarım yerden kesiliyor bir hoş oluyorum.”
Aşkın gözü kördür.
Bağımlılık üzerinde çalışan psikologlar kokainin etkilediği haz merkezi ile aşkın etkilediği ve bağımlılık yapan beyindeki merkezin-nucleus accumbens- aynı olduğunu söylerler. Mekanizmada benzer işler. Her iki durumda da irade devre dışıdır, hayvani beyin olan limbik sistem aktiftir. Beyin üzerinde yapılan EKK ne fMRI(beynin bu gibi durumlarda aktif ve pasif olan merkezlerini incelemek için bir tür beyin emarı) incelemeleri göstermiştir ki, insan “aşık olduğunda, insanı insan yapan, beyin bölgesine kan ve oksijen gidişi de azalmış.” Dolayısıyla da ahlak, edep, görgü terbiye ve muhakeme edip düşünce üretme merkezinin çalışması oldukça yavaşlar. Kişiler kokain etkisinde olduğu gibi beyin korteksinin çalışmasını minimize eden bu-yukarıda bahsedilen- hormon ve beyin kimyasallarının da etkisinde kalır.
Bunlara dışarıdan akıl veren hiçbir söz kar etmez... Daha az kan ve oksijen giden beyinin muhakeme merkezi, daha az beslendiğinden düşük dozda çalışır ve “arzularına” laf anlatamaz-iradesini dizginleyemez-, hatta ona dalkavukluk edip, yapılıp edileni haklı çıkarmak ve arzuların tatminin yolunu açmak için mazeretler uydurur.
Doç. Dr. O. Erbaş diyor ki, oksitosinin yükselmesi kaygıyı azaltır, güveni artırır ve algıyı bozar. Diğerine olan yüksek güven, algıyı bozar yani bir tarafın diğerini her türlü suistimal etmesini göremez ve onu olumlu değerlendir insan. Bu kişi seni kullanıyor, harcıyor dendiğinde ise bu yüksek narkoz görevi gören -bağlanma sağlayan- oksitosin etkisiyle kişi “yok abi o öyle şey yapmaz,”der. Çünkü bağlanmıştırtır ona. Haz-şehvet- kaynağını kaybetmek istemez tam tersine onu sürekli kılma arzusu, zorlanımı duyar. Erbaşın tabiri ile bu gibi sebeplerden ötürü de “yediği kazıkları kişi kolay unutur.”
Erkek dişi arasındaki bu tür aşkta elbetteki testosteron ile östrojen de tavan yapar. Erkeklik hormonu olan testosteron bu süreçte kadında yükselir, pik yapar ve erkekte ise biraz düşer. Erkekte ki cesaret, risk alma, güzünü budaktan sakınmamayı, kavgacılığı testosteronla ilişkilendirir endiknoroloğlar. Halk arasında bir söz var: “Çıkacaksın erkek gibi ortaya, korkmadan masaya yumruğunu vuracaksın, nereye varırsa varsın,” türünden. Onun gibi yani.
Bu aşk helede “evlilik dışı yasak bir aşksa,” kadının on, yirmi, otuz, kırk yıllık, evliliğini; namus, haysiyet şeref, dürüstlük, doğruluk… gibi kavramlarla oluşturmuş olduğu bir ömürlük kimliğini ayaklar altına almak ve eşiyle, çocuğuyla, annesi, babası, kavim kardeşi ve komşusuyla, mahallenin bakkalı, imamı, ilkokul öğretmeni, iş arkadaşları… vb. ile yaptığı yazılı olan-yasal evlilik- ve olmayan -geleneksel- toplumsal sözleşmeyi -beş dakikalık zevk için- cart diye yırtması, ayaklar altına alması için… böylesine güçlü kimyasalların etkisinde kalması - yüksek heyecan duyması ve cesaret göstermesi gerek. Hani filmlerde denir ya, “çok içmiş, alkolü idim, kapıyı açtığımı biliyorum, gerisini hatırlamıyorum,” türünden bir durum.
Bu aşk sürecinde erkekte gün boyu testosteronun seviyesinin düşük seyretmesi ise erkeğin yumuşak huylu, sevecen ve şefkatli olmasını sağlamakta. “Abi odun gibi adamdı, bir yumuşadı bir yumuşadı,” deme gitsin, gibi.
Oksitosin kadında hangi durumda tavan yapmakta. Doğum yaptığı an ve orgazm anında. Bu bağımlılık yapan hormondan dolayı eşlerin birbirlerine bağlanması ve mümkün mertebe birbirlerini aldatmaması için düzenli cinsel ilişki şart denilmekte. Aldatma ve sadakat faktorinin etkenlerinden biride bu tür hormon ve nörotransmitterlerdir.
Aşkın ömrü var mıdır?
Oksitosin hormonunun kanda artması, serotonin hormonunun düşmesine sebep olmakta. OKB (obsesif kompülsif bozukluk) psikiyatrik bir hastalıktır. Serotonin seviyesinin düşüklüğü beyinde böylesi OKB hastalığına sebep olmakta. Beyinde diğeri ile ilgili -karşılıklı-nöral ağ oluşur. Bu süreç uzun sürdüğünde “kara sevda” denilen, bir bağımlılık ve takıntı hastalığı oluşur. Kişiler arasında gönülden gönüle önce bir patika, sonra stabilize, sonra asfalt, daha sonrada otoban gibi beyinde nöral ağ yolları meydana gelir. Patika seviyesinde olan beyindeki bu nöral ağı silebilmek bir dereceye kadar kolaydır; fakat bu nöral ağ otobana dönüşmüşse, bu gibi çoğu durumlar profesyonel yardımla ancak çözülebilir.
Aşkın ömrü var mıdır? “Dopamin, testesteron ve noradrenalin düzeyini arttırır. Testesteron artışı cinsel arzunun, şehvetin belirleyicisidir. Şehvet herhangi bir partnerle cinsel doyuma motive eden itici güçtür.” Bu tür aşklar ağırlıklı olarak hedoni, şehvet güdülü hazza dayandığından, bu tür aşkların ömrü vardır. Prof. M. Z. Sungur, bu sebepten dolayı “aşk bir görme bozukluğudur, evlenince göz açılır” der. Duygularla başlatılan bir ilişki, bir ömür boyu sürmez, ancak bu aklın devreye girmesi ile mümkündür.
Yapılan araştırmalar, bu göz bozukluğunun ortalama 18-36 ay arasında giderildiğini, aşkın sonlandığını göstermekte. Bu tür aşklar duyusal ve duygusal güdülerle başlayıp sürdürüldüğünden, bu ortalama sürecin sonuna doğru taraflar: “düşündüğüm gibi değilmişsin” demeye başlar. Zaten düşündüğünüz gibi “o beyaz atlı prens, sende prenses” değildin. Siz birbirinizi hindi gibi kabartıp durdunuz. Ne bekliyordunuz bu duyusal ve duygusal hedoniden?
Elbette ki bütün büyüler bir gün bozulur. Kapsama alanı dışında kalan akıl kapsama alanına girer ve kişiler: “Aklım başıma sonradan geldi, bunu çok geç anladım,” derler. Tabii akıl başa gelene kadar, bu akılsız başlara neler gelir... neler gider?..
Bu tür bir aşkla başlayan evlilik yada birlikte yaşamanı sürdürmenin yolu, bu süreç sonlanmadan aklın devreye girmesi ve akıl ile duygunun dengeli bir dansını gerektirmekte. Aklın hep görevde olduğu aşklar öğrenilebilir. Bu emeğin harcanması aşkı ömürlük kılabilir. Bu tür aşklara ben sevgi diyorum. Bu ise aşkı cinsel arzu tatminin ötesinede taşıyabilmek için beynin korteksini olabildiği kadar geliştirmek, çalıştırmak gerekir. Zevkleri çeşitlendirmeyi ve zihinsel başka zevkler edinebilmeyi; kadını yada erkeği haz nesnesi olarak görebilmeyi, aşmayı ve onu insan olarak görebilmeyi ve bütünen sevebilmeyi gerektir. Başka bir deyimle, dış güzellikle kalmayıp, iç güzelliğe bu ilişkiyi dönüştürmekle mümkündür.
(Aşklar bitmez, dikkatini çekerim bizi başkalarıyla karıştırmayın. Biz şeyiz, diyenler için bir çalışmadan bahsedelim. ABD’de 2015 öncesi yapılan bir çalışmada, evlenen çiftlerin birinci çocuklarının kocadan olma olasılığı %98. Araştırma altıncı ve yedinci çocukları kapsayacak kadar genişletilmiş. Altıncı ve yedinci çocukların yasal eş olan biyolojik babadan olma olasılığı 6. yada 7. yıllarda %8 civarına düşmüş.
Bu da gösteriyor ki 6. ve 7. çocuk için evliliklerin en az altı yedi sene sürmesi gerek. Demekki, 6.ve7. yıllara kadar köprülerin altından çok sular geçmiş oluyor. Çiftler dışarıya karşı “Aşkımız hala ilk yılki gibi sürüyor,”desede, veriler böyle. Bu gün için ABD’de boşanma oranı %60. Tabii boşananların büyük kısmı birileri ile tekrar evleniyorlar. Bu duruma psikiyatristler tolerans gelişimi derler. Halk arasında ise bu durumu tarif etmek için: “İnsan kırk gün bal yerse baldan usanır,” deyimi kullanır. İnsan değişiklik yapmakla yüksek heyecanlar elde ederek bu durumu aşmaya çalışır. Mesela fareler üzerinde şöyle bir deney yapmışlar. Bir kutu içerisine bir erkek bir dişi fare koymuşlar. Fareler çiftleştikten sonra bir kenara çekilmişler. Farelerin siklus-şarj- dönemi ortalama 24 saat. Fakat bu 24 saat ortalamayı beklemeden bu kutu içerisindeki farelerden birini kutudan çıkarıp yerine kısa bir süre içerisinde aynı cinsten başka bir fare koymuş ve gözlemişler- teker teker hem dişi, hemde erkek fareleri değiştirmişler. Sonuç, 24 saati beklemeden hemen fareler yeni gelenle çiftleşmişler.
Beyin, kendisi kendisini ikna eden, aldatan en yaman avukattır. Buna son bir örnek verelim. Aldatma ve sadakatsizlik fiilini yapan kişilere sormuşlar: “Eşini sevmiyor muydun?” diye. “Bu aldatan ve ihanet eden insanların %95’i eşimi seviyorum yanıtını vermiş.” Kıssadan hisse!..)
Düşünelim bir kez. Dünya nüfusu yaklaşık sekiz milyar ve dört milyar kadın, dört milyar erkek var. Ali Ayşe’ye “sevgilim, benim için dünya güzeli kadın sensin”; Ayşe’de Ali’ye “sevgilim, benim için dünyanın en yakışıklı erkeği sensin; senden başkasına dönüp bakarsam namerdim,” diyor. Bu dünyada Ali’den dört milyar, Ayşe’den de dört milyar var. Bu sözler kulağınıza nasıl geliyor? İnandırıcı geliyor mu akla vurunca?
Akılda, duyguda patinaj yapar, tek başlarına etkisiz elamana dönüşür bu alanda. Mutasavvıfların deyimi ile bu iş “ne akılla, ne de akılsız” yürür. “Sevgilim, senden ayrılıp bu dünyadaki dört milyar kadından yada dört milyar erkekten - daha yakışıklı/daha güzel- biri ile kendimi eğlendirebilir, belki de evlenebilir ve yeni bir hayatta kurabilirim kendime; fakat o dört milyarı elimin tersi ile bir kenara itip, seni terk edip gidebilmem, senden ayrılmam mümkünken gitmeyip, seninle kalmak ve bir ömür yaşamak istiyorum seninle,” diyebilmektir (varsa) hakiki sevgi, Aşk. Siz ne diyorsunuz?
Sevgililer gününüz kutlu olsun.
Aşk ile.
Aliseydi Sevim - 14 Şubat 2021
Not: İnsan davranışını yalnızca biyokimsallarla açıklamak, hakikatın önemli bir boyutu olması ile birlikte, elbetteki eksik bir izahtır. “İnsan biyolojik, psikolojik, toplumsal ve manevi” bir varlık ise, bu süreçte bunların her biri bu yada şu oranda rol oynar. Bu süreci diğer açılardan da ele almamız, yazının boyutunu artırır. Zaten bu boyuttaki yazıyı dahi okuyanların sayısı az. Bu gibi sebeplerden dolayı, aşkın diğer boyutlarına dair görüşümüzüde -ilerde- farklı yazılarımızla ele alabiliriz.
Esinlendiğimiz, yararlandığımız uzmanlar. Prof. Dr. Daniel Kahneman, Dr. Agah Aydın, Prof. Dr. Uğur Batı, Prof.Dr. Acar Baltaş, Doç.Dr. Oytun Erbaş. Prof. Dr. Nevzat Tarhan. Prof. Dr. Sultan Tarlacı, Prof. Dr. M. Zihni Sungur, Doç. Dr. Mehmet Şakiroğlu, Prof.Dr. Mehmet Barış Korkmaz, Prof Dr. Sinan Canan… vd.