Medeni insan, yasası olan insandır.
2024 Yılı Yerel Seçimleri 31 Mart 2024 tarihi pazar günü yapılacak… Bu kapsamda Köy ve Mahalle Muhtarları ve azaları ile Belediye Başkanı ve Meclis üyeleri belirlenecek / seçilecek. Fethiye ise Mahalle statüsünde olduğundan Mahalle muhtarı ve azaları (ihtiyar heyeti) seçilecek.
Bundan yaklaşık 2500 yüzyıl önce, Eski Yunan'da da demokrasi vardı. Fakat o dönemde krallık, tiranlık dünya genelinde hakim olduğundan, insanlar köleler, efendiler, soylular vb. olarak sınıflandırılmıştı. Dolayısıyla Eski Yunan Demokrasisi soyluların, asilleri seçimi şeklinde gerçekleşiyordu. Yani bugünkü demokrasi ve cumhuriyetler gibi, devlet sınırları içerisinde bulunan her insan seçme, seçilme hakkına sahip değildi.
Bugün ülkemizde seçebilme yaşı / hakkı 18 yaş, milletvekili seçilebilme yaşı 25’tir. Bu demokrasinin en büyük nimetlerinden kabul edilir. Babadan oğula geçen bir saltanat ve beraberinde hilafet karşında, demokrasinin hiç şüphesiz ve tartışmasız nimet, erdem kabul edilecek bir yanıdır.
Fakat; Winston Churchill mealen: “Kötüler içerisinde, kötülerin en iyisi demokrasi yönetimidir”,der. Churchill yaşam deneyimleri sonucu bunu söylemiştir. Platon’un öğrencisi olan, düşünce tarihinin (Muallim-i Evvel) birinci öğretmeni kabul edilen Aristo “gençler siyaset yapmasın,” der. Çünkü siyaset “yalnızca kitabi bilgi değil, deneyim işidir,” de. Bunun için uzun yıllar gerekli, der. Buna rağmen Aristo çoğulculuğu savunur.
“Bilge Kral,” “Filozof Lider” teorisinin kuramcısı Platondur. Platon oy çokluğu ile yapılan seçimin “sayısal çoğunluğu” ifade ettiği, bununsa “liyat, yani bilgelik ve yönetme yeterliliğinin ihlali riskini kuvvetle taşıdığı” görüşündedir. İyi bir marangoz yada askerin oyun çoğunu alması ile toplumsal yönetimin başına geçmesi, onun iyi bir siyasetçi ve iyi bir lider, yönetici olduğu ve olabileceği anlamına gelmez. Farklı uzmanlık alanları ve farklı iyilerdir bunlar…vb. diye itiraz eder.
Yukarıdaki söylediklerimizi bir iki cümle ile özetlemek gerekirse. Yasal olarak seçme ve seçilme hakkına sahip olmak, “toplum yararı” açısından “isabetli seçim yapma yeterliliği” anlamına gelmez. Ülkemizde, Cumhuriyet kurulduğunda okur yazarlık oranı %6; 1938’lerde %23; 1970’de ise %48. Okuryazarlık oranı “niceliksel, sayısal” bir oranı ifade eder. Bu niteliksel eğitim açısından ise daha zayıf bir boyuta karşılık gelebilir. Bu okuryazarlık oranının büyük yüzdesi ilkokul seviyesindedir. Avrupa ülkelerinin ise yüksek öğretim ile üniversitelilik oranı, bizim okur yazarlılık oranımızdan yüksektir. (1924 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (Md. 12) ve 1961 AnayasasıTeşkilât-ı (Md. 68) da milletvekili seçilebilmek için “Türkçe okuyup yazma” şartını arıyorlardı. 1982 Anayasası bu asgari şart ile yetinmemiş, “en az ilkokul mezunu olma” şartını getirmiştir.) Seçmenin kültürü ve seviyesi ile sosyal psikolojinin ve bu gün için nöropazarlama tekniklerinin kullanılması, seçmenin seçim yapma “tercihi,” seçmen davranışı üzerinde önemli ölçüde belirleyici olabilmektedir. Bu ise “özgür irade, özgür seçim” konusunun -dolaysıyla demokrasinin -sorunsallığını oluşturur.
Bu tarihlerde, Osmanlı bürokratları ve Cumhuriyetin Kurucu Kadrosunu paranteze aldıktan -seçim dışına çıkardıktan- sonra, (sandıktan çıkarak) seçilecek lider 1. ve 2. Dünya Savaşlarında toplumun, ülkenin(Türkiye'nin) yararını (Avrupa ülkelerine karşı) nasıl koruyacak sorusu, bir bakıma Platon’un ve Aristo’nun da sorusudur?
Bu kadarla kalıp konuyu değiştirelim.
MÖ.5.yy.’da -yani 2600 yıl önce- yaşamış Yunan filozofu Protagoras: “İnsan her şeyin ölçüsüdür, ”der. Felsefe tarihin dönüm noktası MÖ.5.yy.’dır. Bu dönem Sokrates ve Protagoras(Sofistler) ile başlamış gözükmektedir. Protagoras’ın bu teorisi birçok düşünürü etkilemiş ve birçok düşünce ekolünün temeli olmuş gözükmektedir. Bunlardan bir kaçı, Duyumculuk, Görelilik, Nihilizm, Agnostisizm, Hazcılık, Humaniterlik ve hümanizm… vb.
Demokrasilerde seçim demokratik ve kanuni bir haktır. Farklı parti ve siyasi eğilimde olanlar birbirlerinin siyasi rakibidir. Rakip, “yenilmesi, galip gelinmesi gereken” karşıttır. Aralarındaki mücadele “yenişme” mücadelesidir. Sonuç itibari ile “ötekini yenip, galip gelmektir” hedef. Bu yeterlidir. Fakat, karşılıklı çarpışan gruplar arasındaki mücadele “savaş” olarak tanımlanırsa, bu mücadelenin ismi çarpışma ve çarpışmanın hedefi karşı tarafı, “düşmanı yok etmek, öldürmek, varlığını sonlandırmaktır.” İsrail - Hamas; Rusya-Ukrayna… arasında olduğu gibi.
MÖ. 6. ve 5.yy.’da Solon, Perikles, Kleisthenes… gibi büyük düşünce adamları demokrasinin gelişmesine ve kurumlaşmasına büyük katkı sağlamıştır Atina’da. Aristo’nun ifadesiyle, “çok kulak, çok göz, çok düşünce… tek gözden, tek kulaktan, tek düşünceden-insanlık için- daha iyidir,” gerekçesini esas alır ve yöneten ile yönetilen ayrılığını ortadan kaldırmayı hedefler-çoğulculuk. Yani demokrasi farklılıkların korunmasını ve fark ve aykırılığın birbirleri ile mücadelesinden, “insanlığın hayrına ve medeniyeti geliştiren yeni fikirler” çıkabileceğini ön görür.
Öyleyse, farklı siyasi düşünceler birbirleri ile rakip olarak mücadele edecek, biri kazanacak, diğeri şimdilik kaybetmiş olsada tekrar kazanmak için mücadele etmek üzere “var olmalıdır.” Çünkü kazananda kaybedende, birbirleri ile bu uğurda mücadele eden bütün taraflar da bu ülkenin eşit yurttaşlarıdır, biri yada birilerinin kulu değildir. Her iki tarafta, hitap ettikleri toplumun -ortak-yararı için bu mücadeleye girişimişlerdir. Öyleyse siyasi mücadele içerisinde olduğumuz kişi yada taraflar “yok edilmesi gereken düşmanlarımız” değil, “yenmemiz (ve yaşaması) gereken siyasi rakiplerimiz” dir.
AB Anayasa tasarısında, aklımda kaldığı kadarıyla şöyle bir ibare vardı: “İnsan onuru, yaşam hakkı gibi temel, dokunulamaz ve devredilemez bir insan hakkıdır.” Çağdaş uygarlığın ulaştığı seviye açısından bu çok önemli bir kavramdır. Öyleyse siyasi mücadelede “insan onuru” dikkate alınması ve saygı duyulması gereken “çok önemli” bir değerdir. Ben, öteki ile mücadele ederken ötekinin onuruna saygı duymasam, ötekinin de benim onuruma, saygı duymamasının yolunu açmış olurum. Bir bakıma “ben ötekiyim.”
Köylülük, kendin gibi olanlar gibi düşündüğün, inandığın ve yaşadığın “dar” - herkesin birbirine benzediği- bir çevredir. Şehir, senin gibi olmayan, senin gibi düşünmeyen, inanmayan ve yaşamayan insanların olduğu daha büyük bir çevredir. Medeniyet, etimolojik olarak ise Mekke’ye, köye, kırsala, daha dar bir alana karşılık “Medine ili- Şehri” kökenine de dayanır. Medeniyet, eski Yunanda da, İslam coğrafyasında da “şehirlilik” demektir. Köylülük yerelliğe, şehirlilik evrenselliğe karşılık gelir. Yunan Şehir Devleti Demokrasisi ile Medine Şehir yapılanması arasında bir benzerlikten de bahsedilebilir. Deneyelim…
Mesela, Medine Şehrinin ismi Yesrip ti. Hz. Muhammed Mekke'den Medine'ye Hicret ettiğinde, Yesrib iline geldi. Yesrib çöl fırtınaları sonucu tepelerin, vahaların sıklıkla yer değiştirdiği ve “serap görülen” yer demekti. Hz. Muhammed Yesrib'e geldiğinde hoş karşılanır ve öyle ki o şehrin yöneticisi, “gel sen ol bu şehrin yöneticisi,” der.
Hatırlayacağımız gibi, şehir demek birbirinden farklı insanların, inançların, kültürlerin bir arada olduğu yer demektir. Burada da bu farklı yapılar vardır. Bundan dolayı bir gün Yahudiler arasında bir problem oluşur Yesrib te. Şehrin yöneticisi Hz. Muhammed'e nasıl hükmedelim diye sorar? Hz. Muhammed, Yahudileri çağırır ve “sizin yasanız olan Tora’yı, Tevrat’ı getirin,” aranızdaki problemleri buna göre çözelim,” der. Hıristiyanlar arasında problem oluştuğunda İncil’e göre çözümü önerir. Müslümanlar arasında olduğunda zaten kendisi ve dayandığı Kuran-ı Kerim vardır.
Bir günde papağanlar arasında problem çıkar, onları da çağırır “siz neye inanırsınız, kitabınız var mı” diye sorar? “Onlar bir kitabımız yoktur, bizim töremiz vardır,” derler. Bunlara da “yaşlılarınızı çağırın” der ve yaşlılar ile konuşur. “Siz de problemlerinizi, törenizi en iyi bilen bu yaşlılar heyeti kararı ile çözecek, uzlaşacaksınız,” der.
Gün gelir, farklı inançlar arasında problemler çıkar. Bunun üzerine Hz. Muhammed, her inanç ve kültürden olan topluluklara, kendileri aralarında ki yaşlılardan, büyüklerinden bir temsilci heyeti belirlemelerini ve bunlarla birlikte ortak bir toplantı yapmayı teklif eder. Her kültürün, inancın temsilcileri olan bu heyetler yaptıkları toplantı sonucunda, aralarında çıkacak problemleri çözecekleri ortak bir “kurallar, yasalar” manzumesi belirlerler ve sözleşirler. Böylece, bu “ortak yasaya” göre farklı kültürler, birbirleri arasında çıkacak anlaşmazlıkları çözecek “yasayı” belirlemiş olurlar. Tarihe ünlü “Medine Vesikası” diye geçen, vesikanın mantığı budur.
Bu sözleşme sonucunda kabul edilen -ortak- “yasalardan” dolayı, Hz. Muhammed, “artık burası Yesrib, çağrılmayacak, Medine Münevver (Medinetül-Fazıla - Erdemli Şehir -Farabi) ili” olacak der. Bu olayı, Hz. Muhammed ve İslam’a sempati ve anti sempati açısından değerlendirmeyin. Olayın mesajına bir bakınız.
M. Bobaroğlu’nun deyişi ile “Yasası olan yer demektir: Şehir.” Sizin gibi olmayanlar ile birbirine benzemeyenler ile bir arada barış içerisinde, her inaç ve kültürün üstünde ortak kabul edilen yasayı bilmek ve onu esas alarak yaşamak demektir. Bu bir sosyal kontrattır (Jean-Jacques Rousseau’nın 18.yy. da yazdığı Sosyal Kontratı -Toplum Sözleşmesi çalışmasını hatırlayın). İşte bu yüzden Medeni olmak, farklılıklara saygı duymanın ve onlarla barış içerisinde, - kast edilen kanka olmak değil, düşman olmamak anlamında- yaşamaktır. Medeniyetin ölçüsü budur. 18.yy. Fransız aydınlanmasının önemli temsilcilerinden Volter’in şu: “Düşüncelerinizi onaylamıyorum-hatta nefret ediyorum-; fakat o düşüncelerinizi savunma hakkını size sağlamak uğruna hayatımı dahi verebilirim” sözü, aklın(medeniyetin) yolu birdir sözünü, asırlar sonra dahi teyit etmiyor mu?
Bu bir (yerel) seçimdir. Hepimiz insanlık ailesinin bir üyesiyiz. İnsanlık, çoğunluğun kabul ettiği çağdaş ve canonlaşmış değer ve hedeflerden mürekkep bir ideadır. Bu değer ve hedeflere saygı “kendimize” olan saygıdır. Bu bağlamda “Ahmet’e’” oy vermiş olmak, Ahmet’in yönetime geçmesini istemek ve onunla fikir ve duygu birliği anlamına gelir; ötekine, oy verilmemiş olana “Mehmet”e düşmanlık anlamına gelmez ve gelmemelidir. Ben “Ahmet’in” yönetime geçmesini istiyorum; fakat “Mehmet’te” benim için kıymetli, saygın bir insandır ve ben onunla komşuluk, yurttaşlık… ve her türlü insani ilişkiyi - barış içinde- sürdürmek istiyorum anlamına gelir ve gelmelidir.
Protagoras’ın deyimi ile: “İnsan her şeyin ölçüsü” ise seçimin sonucu ne olursa olsun, sonucun insanımız için hayırlı olması ve kaybedene “canın sağ olsun,” kazanana “hayırlı olsun” demenin medeniyetin ölçüsü olduğunu gözden kaçırmadan, hayata bakma dileğiyle…
A.Sevim
12 Mart 2024
Not: Şehir, farklı kültür ve inançların bir arada yaşadığı -kozmopolit- yerler demek. Farklı inanç ve kültürlerin, farklılıklarının bir kısmından feragat ederek, üst bir “yasa”ya uyduğu; ya da “ben, sen ve o” için ortak olan, esas alacağımız “üst yada ana - yasalı” olarak,-bana göre değil bize göre- yaşamak istenilen yer-ortam- demektir. Eskiden şehir devletleri vardı. Bu tanım o şehir devletini sembolize ediyordu. Sonra şehirlerin bir aradalığı ile imparatorluklar meydana geldi,şehir bunu temsil ediyordu, imparatorluklardan sonra ulus devletlere geçildiği için ülkeyi ve sonrasında da, ülkeler üstü, evrensel olan “yasaları” temsil ediyor bu yapı. ”Bir bakıma” medeniyet eski şehir yapılanmasının, bugün için evrensele dönüştürülmüş halidir. “Şehirli insan, medeni insan, evrensel yasaların bilincinde olan ve bu yasaları içselleştirmiş - hem kendi özgünlüğünü, hem de uyum sağlaması gereken evrenselliği dikkate alan- insan demektir.” “Seçim,” sisteminin varlığı ise “bizi-şehirdekileri-temsilen” işte bu üst yasayı yapacak ve uygulayacak olanları seçme zorunluluğundan doğmuştur. Yani, seçim medeniyetin bir ürünüdür. Bu söylediklerimize istinaden, “medeni insan,” yasası olan insandır, diyebiliriz.