Çiçek ile Suyun Aşkı yada Can Suyu!..
“Belediyemiz Meclisi 5393 Sayılı Belediyeler kanunun 20. ve 21. Maddeleri ve Belediye Başkanlığının XX/YY/2012 tarih ve XXX Sayılı çağrı yazısı gereğince, gündemdeki maddelerini görüşmek üzere, XX/YY/2012 tarihi, Cuma günü saat 10:00’da,Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık… ayı olağan Meclis Toplantısını yapmak için toplandı.
Gündemin 1. Maddesi gereği yapılan yoklama neticesinde Meclis üyelerinden Habib YÜCEL, Ahmet GÜLER, Ali İhsan ÇAĞLAR, Hasan ALTUNOK, Battal YILMAZ, Zeki ASLAN, Siyam PEKTAŞ, İhsan İLHAN ile Erkan AYDOĞAN’nın toplantıya iştirak ettikleri ve Ali ÇEVİKER’in toplantıya iştirak etmediğinin görülmesi üzerine… “ ibaresi ile açtık toplantıyı ve meclis tutanaklarını bu ibarelerle düzenledik…
Aralık ayında Ali abiye geçmiş olsun ziyaretinde bulunduk. Hastanede olsaydı ve yanında bir tanıdık, yada “falan oda” diye biri tarif etmemiş olsaydı,bizim gibi odanın kapısını açan yüz kişinin doksan dokuzu, “aradığımız hasta, Ali abi, bu değildir,” der kapıyı kapatır diğer odalara aramak için yönelir! Bir insan ne kadar değişir derseniz, “olursa bu kadar olur” demeden edemiyor insan!.. Bu ziyaretten sonra tutanakların dilinin “iştirak etmediği değilde ‘edemediği,” şeklinde düzenlenmesinin doğru olacağı kanaatine ulaştık.
“Akso abla, Ali abiniz bu oda da,” dedi bize gösterdi! Sanki açmak için dokunduğu o kapının kolu, bizi şoke eden onbinlerce voltluk yüksek gerilimli bir elektriğin düğmesiydi… Bütün benliğimizi sarstı. Kolumuza demir külçeler bağlandı sanki makineyi elimize alamadık, kaldıramadık, gönlümüz öyle sıkıldı ki Tanrının yakıştırdığı çekeceğimiz resmi Ali abiye yakıştıramadık, onu görmeyenlerin eski hali ile hatırlamasını istedik.Resmini çekemedik… Çünkü çekme fikri bile bize ağır geldi. Fakat önceki resmin olduğu gibi sonraki resmin ressamı, sahibi aynı kudretti…
Sanki pandomim sanatçıları gibi bakışlarımız ve mimiklerimizle geçmiş olsun dedik, Ali abiden de öyle yanıt aldık. Evde ter temiz bir odadaydı. Hastası olan has evlere mahsus ne döküntü, nede rahatsız edici bir koku vardı… Bir “slav” Natali isimli hasta bakıcı ve Akso abla vardı. Ziyarete gelenlere izzeti ikramda; nezaket ve görgü kuralları gereği açışından bir eksikleri yoktu.
Fakat havada insanı boğan koyu bir keder kokusu, taşınması güç, sırtlananın belini büken dağ gibi bir yük, baktıkça-bakabilirsen- insanı yakıp, kavuran ve mum gibi erimekte ve kendi varlığından da bihaber hızla tükenmekte olan bir insan vardı… Ali abi yalnızca tükenen mi, yoksa ilaveten sevenlerini de istemeden tüketen feleğin cırnağında umarsızca çırpınan müzdarip bir insan mıydı? Muamma olanda bu idi kanımızca!..
Bir arkadaşımın da durumu benzer. Ziyaretine gidemiyor, bir arada olduğumuzda ise yüzüne bakmaya gönlüm elvermiyor. İşte bu gibi durumlarda ademoğlu olarak en büyük günahı işleyip “Tanrıya” isyan etmesi için kontrolü imkansız kahreden duygu ve düşünce bombardımanı içinde buluyor insan kendini!?. Neden?… Niçin?… Bu hangi merhametle, hakkaniyetle, adaletle… açıklanabilir Tanrım? diye. Fakat; muhatabımız yapışıp yakasına hesabının sorulamayacağı yüce bir kudret!.. Sabret gönül, sabret, gönül elden ne gelir?..
Ama gelen yapılıyor…Natali hanıma ayda şu kadar ücret ödüyor, evin ve hastanın bütün ihtiyaçları zamanında karşılanıyor, Almanya da olan çocukları ve torunlarının bir canı orada bir canı buradaydı – Akso ablanın anlattıklarına göre.
Eski yaygın bir kanının nakaratıdır:”Parayla saadet olmaz.” Parayla olmuyor; fakat parasızda olmuyor, bazen.Kanımızca paranın arkasına konan zihniyet, duruştur paranın saadete katkısını, niceliğini, bazende niteliğini belirleyen…
İşte biz burada bu insani zihniyete tanık oluyoruz! Hayatının son demlerinin yaşayan insana yapılan en büyük güzellik, belki de son hayat öpücüğüdür: Temiz bir ortam, bütün ihtiyaçlarına gösterilen ihtimam, onun sorumluluğunu boynuna borç bilen insanların varlığı, kısacası sevgi sunumudur… Özellikle Ali abinin torunu Ali(Aliş)in ilk kazancı 1400 euro için büyükleri sunu yada bunu alalım dediklerinde, Alişin “bu para daha mühim bir yere gidecek, dedemin bakımına harcanacak,” diyen göz dolduran, göğüs kabartan sözlerinde gördük bu zihniyeti, duyguyu kısacası sevgiyi… Bilir misiniz “Su ile Çiçeğin” aşkını?’.
SU İLE ÇİÇEĞİN AŞKI
“Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.İlk önceleri arkadaşlık olarak devam eder bu durum.
Tabii ki zaman lazımdır birbirlerini tanımaları için.
Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki suya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar. Sırf senin aşkın için ey su der!
Öyle zaman gelir ki; artık suda içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye başlar, zanneder ki çiçeğe aşık oldum.
Amma suda ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek acaba su beni sevmiyor mu diye düşünmeye başlar, çünkü su pek ilgilenmiyordur çiçekle.
Halbuki çiçek alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz;
Çiçek suya “seni seviyorum” der,
Su da “bende seni seviyorum” der.
Aradan zaman geçer ve çiçek yine suya “seni seviyorum” der,
su sabırla “bende” der.
çiçek sabırlıdır.
bekler…bekler…bekler.
Artık öyle bir duruma gelir ki; çiçek koku saçamaz artık etrafa,
ve son kez suya “seni seviyorum” der,
suda söyledim ya; “bende seni seviyorum” der
Ve gün gelir, çiçek yataklara düşer, hastalanmıştır çiçek artık.
Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.
Yataklardadır artık çiçek.
Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için dostuna.
Bellidir ki çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek suya derki;
“Ben seni gerçekten seviyorum”
Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır.
Nedir sorun diye, doktor gelir ve muayene eder çiçeği.
Muayeneden sonra şöyle der doktor:
“Hastanın durumu ümitsiz artık, elimizden bir şey gelmez.”
Su merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye,
doktora sorar.
Doktor yukarıdan aşağıya bir bakar suya ve derki;
“Çiçeğin bir hastalığı yok dostum, bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için!”
Ve anlar ki su: “Sevgiliye sadece seni seviyorum” demek yetmemektedir. Tanrının verdiği bütün nimetleri onunla paylaşabilmek, onun ihtiyacını kendi ihtiyacı bellemek, vaktinde paylaşmak hayatı ve hepsinin özeti de kısacası ona: “Can Suyu” olabilmektir.
Ali abiye ve Ali abinin şahsında,benzer dramı yaşan hastalarımıza geçmiş olsun der acil şifalar diler ve sevgi ile dolu ihtimam ve sorumluğu taşıyan böylesi evlatlara,torunlara aile üyelerini teşekkür ve takdirle anar “su gibi aziz” olmalarını dileriz Tanrıdan...
a.s.
09 Ocak 2012