Barış Pınarı Harekatı
PKK, PYD VE PKK Gerçekten Marksist Leninist bir örgüt müdür?
Bu örgütler ne Marksist, Leninist, nede Kürtlerin hakları için terör estirmektedir. Apaçık, başta ABD ve diğer batı ülkelerinin emperyalist politikalarının taşeronu olarak, onlar adına(tabanlarına ise emperyalistler arasında çelişkilerden yaralanıp kendi idealleri adına diye bir dil kullanarak) vekalet savaşına girmiştir. Marksizm, Leninizm anti Amerikan ve anti Emperyalisttir. Irak ve Suriye deneyimi gösterdi ki, bu örgütler batının gücü ve korumasında(emperyalistlerin) savaşın, ilerleyin demesi ile savaşmakta, ilerlemekte, geri çekilin demesi ile geri çekilmektedir.
Suriye’deki YPG, PYD ve PKK’ dan oluşan polislerin(otuz -kırkbin olduğu söyleniyor), askeri (60-70 bin olduğu tahmin edilmekte) görevlilerin maaşının tamamını ABD ve devlet memurlarının maaşını ise yine büyük bir kısmı batılıların destekleri ile sonuçta emperyalistler ödenmekte. Ellerine verilen silahların tamamını yine emperyalistler(ücretsiz) karşılamakta.
Suriye, Irak devamında da İran ve Türkiye’yi parçalayarak bunlardan alınacak parçaların birleştirilmesiyle Bağımsız bir Kürt Devleti Kurulabilir mi?
ABD Başkanı Trump biz buraya 7 - 8 Trilyon dolar harcadık diyor. YPG-PKK, PYD’nin sözde, gerçekte ABD’nin kontrolündeki sarı harita ile gösterilen bölge, uzmanlara göre, Suriye’nin %80-85 nin doğal kaynaklarının olduğu bölgedir. Baba oğluna bir milyon dolar vermezken, emperyalistler trilyon dolarları, karşılığını misliyle alacak projeler, planlar yapmadan, bunları uzun vadede güvenceye alacak şartları oluşturmadan yada bu hesabı yapmadan on beş bin km’den gidelim de “Ortadoğu’daki kürtler, bağımsız, özgür bir devlet kursun; mutlu ve refah içerisinde yaşasınlar diye mi harcadılar ve dahada harcayacaklar bu trilyon dolarları sizce?”
Tahmin ediyorum ki, emperyalistler bu trilyon dolarları: Kürtler-yada onları temsil ettiği iddiasındaki bu örgütler, (Türk, Kürt, Arap, Acem… vb ırklar) bağımsız, özgür, mutlu ve refah içerisinde yaşasınlar diye harcadılar yada buna rağmen biz bunlardan uyanık çıkıp böyle bir dünya kuracağız diyenlere söz kar etmez... Çünkü iki dünya bir araya gelse, bu gibi (kesin inançlı ideolojik haklılığa inanmış) insanlar inancını bir milim değiştirilemez.
Emperyalistler arasındaki çıkar savaşından, bu örgütler yararlanarak gerçekten hülyalarına ulaşabilirler mi?
EKONOMİK BÜYÜKLÜK AÇISINDAN
Bizim kültürde, “Sen kiminle dans ediyorsun” diye bir söz var..., Kendilerini bu güçlerden gözü açık, kültürel açıdan daha birikimli, daha kültürlü, daha usta oyuncu ve askeri açıdan da daha güçlü gören kafalara, bu deyime uygun bir kaç örnek vereyim, yinede. ABD’nin GSMH ve GSYH (Bir yılda üretilen mal ve hizmetlerin parasal değeri) Türkiye’nin 20-22 katı, savaşa girmemiş petrol zengini İran’ın 15-16 katı kadar. Suriye ile Irak’ın ise şu şartlarda nedir birde onu siz hesaplayın-ben deyim kırk, siz deyin elli katı..(Bir Prof’a göre 57 İslam Ülkesinin GSMH, bir tek Almanya'ya veya Japonya denginde.)
BİLGİ BİRİKİMİ AÇISINDAN
Bilgi büyüklüğü açısından ise şu alıntıya dikkat edelim. “ARAP ülkelerinin (bir yılda) yaptığı bilimsel yayınların toplamı, Amerika’daki bir tek Harvard Üniversitesi’nin yaptığı bilimsel yayın sayısını bulmuyor! 17 Arap ülkesinin yaptığı bilimsel makale, bir tek Harvard Üniversitesine ancak ulaşıyor. - Bu mukayese The Economist’in 26 Şubat 2013 günlü sayısından alındı.-”
“İngiltere'de bulunan ve yaklaşık 400 yıl önce kurulan Britanya Kütüphanesi koleksiyonunda 170 milyon kitap barındırıyor. Bünyesine her yıl 3 milyon kitap eklenmeye devam eden kütüphanenin yıllık ziyaretçi sayısı 1,70 milyon civarında. Britanya Kütüphanesi dünya birinciliğini elinde bulunduruyor.
AMERİKAN KONGRE KÜTÜPHANESİ
Amerikan Kongre Kütüphanesinde 470 farklı dilde toplam 160 milyon kitap bulunuyor. 4 bin kişilik ekibin çalıştığı kütüphanenin yıllık ziyaretçi sayısı 1,75 milyon.”
Afrika ve Orta Doğu’nun en büyük kütüphanesi Mısırda. “Mısır’da, 2002’de Devlet Desteğiyle Kurulan İskenderiye Kütüphanesinde, savaş öncesinde 3-5 milyon kitap bulunuyordu. Bu ise Britanya kütüphanesine her bir yılda eklenen kitap sayısı kadar.”
Oscar, Nobel vb. Ödülleri hangi ülkelerin aldıklarına bir bakın? Doğu hangi ödülleri ne kadar, Batı hangi ödülleri ne kadar almış? Mukayese dahi edilemez.
Ve ABD’nin bir yıllık AR-GE bütçesi dört yüz elli milyar dolar civarı.
ASKERİ AÇIDAN
ABD’nin 2017 Savunma Bütçesi 610 milyar, 2019 Savunma, daha çok saldırı bütçesi 700 milyar dolar ın üzerinde.. Avrupa ülkelerinin savaş bütçelerinin tamamı, Rusya dahil toplam bu rakama ulaşmıyor. Rusya’nın ki ise 73 milyar dolar civarı.
Ben konun siyasi tarafına değil, başka bir yanına bakmak istiyorum… Bu gibi olayların, süreçlerin, taraflara neler kaybettirdiği ve kimlere neler kazandırdığı konusunda birkaç kelime karalamak istiyorum.
ABD’nin ve batının en az yarım asırlık, Kürtler ise asırlık hayallerini gerçekleştirmek için Irak, Suriye ve devamında İran ve Türkiye’yi bölüp bir devlet kurmak istemekteler… Bu ittifakta, birbirlerine zıt, hesapları çelişen iki güç var. Kürtler(yada bunları temsil iddiasındaki örgütler), emperyalistler arasındaki çıkar çatışmasından, bu ülkelerin(Irak, Suriye ve umdukları olası İran ve Türkiye) bölünüp parçalanacağına ve bu parçaların bir kısmının bir araya getirilmesinden büyük bir Kürt Devleti kurma hesabındalar.
ABD ve Batı ise, buraları daha kolay kontrol altına almak için dört devletten belkide “bir düzene” uydu ve kolay kontrol edilebilir “devletçikler” çıkarma hesabındalar-böl parçala yönet politikası.
Kürtlerin yada (onları temsil ettiğini söyleyen örgütler) bu stratejik hedeflerinin karşısında olan ülkelerin başında belkide Türkiye ve İran kadar ABD’de de var. Taktik olarak yerleşik güçlerle, bu gün için orada olan Kürt, Arap vb. ırk ve dini örgütlerle işbirliği yapıyorlar.
ABD’nin buralarda, İsrail’e kafa tutacak bir (Kürt Devletinin) ülkenin yaratılmasına katkı sağlayacağını düşünmek, en kibar deyimle büyük bir saf dillilik olur. İsrail’e kafa tutacak ülke, yarin (ABD’nin para kaynağı ve ittifakı) Suudi Arabistan’a da kafa tutabilir. Belki bir gün kendisine de!..
Arap Baharı Başlığı ile başlayıp buralarda ise yürütülmeye çalışılan Büyük Ortadoğu Projesi’nin Emperyalist ülkelerin yeni bir pazar paylaşım savaşı olduğunu bilerek ve bunu göz önünde tutarak bütün bu fotoğrafa bakabilmeliyiz.
Bölgede ki bu içler acısı kayıpların yaşandığı duruma rağmen, bölünen ülkelerin geleceği de 20-30 yıllık projeksiyona göre pek parlak değil... Londra merkezli araştırma şirketi Pricewaterhouse Coopers (PwC) tarafından hazırlanan ‘2030- 2050'de Dünya' (World in 2050) raporu(Dünya Bankası ve IMF’nin raporunu da da okuduğum), projeksiyonuna göre dünyanın ekonomik büyüklüğü ve kimlerin, hangi ülkelerin ilerde ön sıralara geçeceği meselesi verdikleri cevaptır.
2040 ve 2050’lerde, G7 Ülkelerin listesi değişecek.... Almanya, Fransa ve İngiltere, G7(Gelişmiş 7 ülke) listesinin dışında kalacaklar ve bu listenin ilk üçünde Çin, Hindistan ve ABD olacak. Sıralamayı şöyle yapıyorlar. Dünyanın bir numaralı ekonomisi Çin, iki numarayı Hindistan ve üçüncü sırayı ABD alacak. Endonezya, Brezilya, Meksika diye devam etmekte bu sıralama.
Bütün bunlarla nereye varmaya çalışıyorum.
Bu gün için Barış Pınarı hareketi ile de görüldü ki, bu hesap tutmadı ve tutmayacak. Başta ABD ve Batılılar bu böl parçala ve yönet politikasından vaz geçer mi? Geçmez. Öyle gözüküyor (Afganistan ve Irak deneyimi gösteriyor)ki otuz-kırk yıl içerisinde istikrar ancak sağlanacak bu ülkelerde ve ondan sonra kalkınma yolunda emekleyecekler. Bugün bölemedikleri İran ve Türkiyeyi; emperyalistler ilerde de Suriye ve Irak gibi bölemeyecek… Bugün buna müsait olmayan konjonktür, gelecekte tamamen ortadan kalkabilir.
İran ve Türkiye'nin artan nüfusu ve Türkiye'nin aynı zamandaki ekonomik ve askeri potansiyeli ile ABD’nin bölerek ele geçirmek için harcadığı trilyon dolarları denkleyecek miktarda trilyon dolarlar harcayıp, Türkiye ve İran gibi ülkelerin pazarını onlara kaptırmak istemeyecek büyük oyuncular sahneye çıkacak. Öyle görünüyor ki bölünmüş olan ve yeni çizilen haritaların sınırları ve renkleri daha uzun yıllar yap boz tahtasına dönecek, bu yeni oyuncular güçlendikçe. Çok kutuplu bir dünya oluşabilmekte yani.
Fikirlerinden haberdar olduğum tarihçi, felsefeci ve sosyologların ortak görüşü, Haçlı Seferleri ve Moğol İstilalarının Doğu, Uzak Doğu ve Ortadoğu da ki geri kalmışlık üzerinde büyük ve belirleyici rollerinin olduğudur… Geri kalmışlık ve gelişmişlik karmaşık ve çok boyutlu(multi) faktörlerin etkileşimi ile olur; fakat ben belirleyici etken olarak savaşları görüyorum.
Bu savaş ve terör ortamı, savaşan, terör ve karmaşanın içerisindeki asıl çatışan taraflardan daha çok, emperyalistlerin işine gelmekte ve ona hizmet etmekte... Kapitalist sistemin Tanrısı Serbest Pazardır… Pazarın hikmeti satıcıların elde edeceği Marksist literatürdeki tanımı ile “Artı Değer,” başka deyimle “kar”dır. Karın sürekliliği ise kıyasıya, öldürücü rekabetin olduğu bir pazarda daha çok kar ve dolayısıyla daha çok büyümedir.Büyük balıklara yem olmamak için daha çok kar edip, dahada büyüyeceksin yani. Daha çok kar ve daha büyük işletme olabilmek içinse “her yol mübahtır.”
Pazarlar paylaşılmışsa, en büyükler bütün oyunları denedikten sonra, en büyük savaş, silah ve kan oyunu ile ile diğerlerinin, gücünün yettiklerinin pazarını ellerine geçirmek için gerekiyorsa zor kullanmakyorlar. İşte bu gibi ölçekte de, dünya ölçeğinde de Dünya Savaşları bu sebepten yapılır. Irk, din, demokrasi, özgürlük palavraları bu amaç için taktik araçlardır.
Psikolog, Psikiyatrist ve bunların temel dayanaklarını teşkil eden sinirbilimciler (nörologlar), insanın en temel güdülerinin başında hayatta kalma güdüsü gelir, diyorlar. Yani, hayatı tehlikeye düşmüş bir insan, bir grup, bir ülke diğer insani güdü ve dürtülerini sınırlar, erteler ve “kaç kurtul yada savaş” seçeneğine müracaat eder.
Bu “savaş yada kaç kurtul” seçenekleri, zorunluluklarının yaşandığı ortamlarda, ekonomik yapı iflas eder ve büyüklerin kontrolüne geçer. İnsanların bilim, sanat, teknik, felsefe vb. alanlara ayıracakları maddi imkan ile zaman oldukça daralır, azalır. Sonuç ekonomik ve kültürel açıdan “savaş” halindeki ülke ve toplum(ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan) geri bıraktırılır.
İlaveten, Doç. Dr. Oytun ERBAŞ(Fizyolog), yüksek stres altında uzun süre kalan insanın beyni(Ön frontal lob - yani beynin insanı insan yapan kısmı) geri dönüşümü olmayan küçülmeye maruz kalır, der. Yani beyin hücreleri yüksek stres altında geri dönüşümü mümkün olmayacak şekilde ölmeye başlar. On yıl yüksek strese maruz kalmış insanların beyninin yüzde elli küçüldüğü bilimsel bir veridir. Bu ise ileri yaşlarda demans, Alzaymır,, anksiyete, depresyon ve Vietnam Sendromu gibi hastalıklara zemin hazırlar. Hatta bugün dünyada ölüm sebeplerinin başında gelen üç hastalığın(damar sertliği, kanser ve kalp) ortaya çıkmasında rolü büyüktür Stresin.
İkinci Dünya savaşında ölen askerlerin kadavraları üzerinde yapılan çalışmalarda ölümcül seviyeye ulaşmış damar sertliği hastalığı bulgusuna ulaşıldı. Askerlerin şişman olmadığı, çok güçlü beslenmemiş olduğu ve onca harekete, spora karşılık damarlarının niye tıkandığı sorusu, stresle yanıtlanmıştır.
Beynin, insanı insan yapan kısmındaki bu hücre ölümleri, ciddi bir ahlaki soruna da zemin hazırlar. Beynin bütün memelilerde(hayvanlarda) ortak olan, yaşamda kalmaya dair güdülerin ve dürtülerin yönetildiği limbik sistemin tepkiselliğine göre karar verir hale gelir insan. Bu kişilerin olaylar karşısındaki ana tavrı “kaç kurtul yada karşısındakine saldır ve onu yok et” şekline dönüşür. Bu kişilerde beyindeki hafıza merkezi (hipokampus) küçülür. Beynin insanı insan yapan muhakeme merkezi(korteks) küçülür. Duygusal tepkilerin, dolayısıyla korku ve saldırı /savunma merkezide olan hayvani beyindeki “amigdala” büyür. Bu durum ise saldırganlığı artırır ve insanı acımasız hale getirir.
Sonuç itibariyle hafıza merkezi ve beynin entelektüel muhakeme yapan kısmı küçülmüş olduğundan bu kişiler “söz konusu olan vatansa, inançsa, ırksa vb.” gerisi teferruattır diyen terminatörlere dönüşür.
Bu hesaptan, hafıza merkezi ve ön frontal lob, entelektüel merkezi küçülmüş ve limbik sistem içerisindeki korku ve saldırganlık (amigdala) merkezi büyümüş insanlar ve bunlardan oluşan gruplar kişisel özgürlüğünü ve grup bağımsızlığını yitirmiş yada yitirmekte olan ve kolay kullanılır, yönlendirilir araçlara dönüştürülmüş olur.
Her bölgedeki bu tür emperyalist savaşlar, savaş çıkarılan bölgedeki, ülkedeki var olan zenginlikleri, ekonomik yapıyı ve siyasal erki olduğu kadar; o yörenin insanını bilimsel, teknik, kültürel açıdan geriletmekle, dondurmaya çalışmakla kalmıyor yalnızca, hatta insanları biyolojik, fizyolojik vb. açıdanda geriletip esir alıyor.
R.Rıza’nın: “Ben isterim ki bulutlar ağlasın, Ama insanlar ağlamasın,” dizelerini terennüm etmek veya karşıyım… kahrolsun yada yaşasın sloganları atmak kolay iştir… Asıl zor olan karşı olduğun ve kahrolsun sloganları attığın liderleri, sistemleri dolayısıyla bu ortamlarda yaşayan insanların zihniyetini “yaşasın” sloganları ile dile getirmeye çalıştığın değerler doğrultusunda dönüştürebilmek için demokratik yolları kullanarak bir ömür sarf etmektir. Dünya için iyi bir insan olabimenin yolu, budur kanımızca.
Doğru, gerçekçi, zor ve dili, niyeti ve ameli bütünlük içerisinde olmak yada cazgırlık ve ukalalık etmek gibi bir seçenek her zaman hepimizin önünde..
Seçiminiz kaderinizdir. Seçim sizin!..
25 Ekim 2019
A. Sevim.