Gazap Üzümleri ve Dinle Küçük Adam
John Steinbeck'in tartışmasız en büyük eseri olan ve ona Pulitzer ödülünü kazandıran 1939 lar da yazılan Gazap Üzümleri, romanında, 1930 lar da ki büyük ekonomik buhranda, tarımda çalışanların dramı ve kapitalist sitemin acımazlığı anlatılır. Amerikanın bir eyaletinde, kuraklık ve tarım politikaları sonucunda bankaya ipotek karşılığı borçlanan ve gruplar halinde borların ödenememesi dolayısıyla toprakları bankanın mülkiyetine geçen ve bankanın, ata yadigarı olan bu topraklardan sürülüşü ve Kaliforniya’ya gidip iş bulup portakal bahçelerine üzüm bağlarında çalışıp, tadından doyum olamayan üzüm(romana ismin veren ve bir türlü gerçekleşemeyen Gazap Üzüm) leri yiyebilecekleri ümidiyle yola düşüşlerinin dramı sergilenir.
Topraklarına el koyup çitçileri (ortakçılar) yerlerinden sürmeye gelen bankanın görevlisi olan traktör şoförü ile köylü arasında ki şu ilginç diyalog, asıl muhatabı işaret etmesi bakımından oldukça manidardır.
Yeni bir yıla insanlık daha büyük ve büyümekte olan acılarla, savaşlarla giriyor… “Muhatap kim ve sorunun nasıl” çözüleceği konusunda yanıtlar muhtelif… Kimisi Kremlin’i, kimisi Washington’u,kimisi Şamı… işaret ediyor. Bu kan deryasının mı, bu ve benzeri merkezler bu kan deryasının mı yoksa buralarda gerçekleşmesi ümit edilen barışın mı, merkezleri?
Bu merkezler ve oradakiler, akan kanın asıl failleri ise (Gazap Üzümleri’n de ki, köylünün traktör şoförüne söylediği ) elimize silahımız alıp bir mucizeyi gerçekleştirip bütün emperyalist ülkelerin siyasal idarecilerini (tavşan avlar gibi) öldürsek, sorun bir daha başlamamak üzere çözülür mü? Cevabını Romandan alığım aşağıdaki pasajda bulabilirsiniz.
“(...) Çiftçi traktör şoförüne:
— Sen, Joe Davis'in oğlu değil misin?
Şoför:
— Evet, dedi.
— Peki ama, neden bu işi yapıyorsun, ne
diye kendi hemşehrilerinin kötülüğü için
çalışıyorsun?
— Günde üç dolar alıyorum. Ekmek parası çıkarmak için iş araya araya başım döndü, bulamadım; ne yapayım? Karım var, çocuklarım var. Bize de ekmek ve yiyecek gerek. Günde üç dolar alıyorum ve her gün de tıkır tıkır veriyorlar.
Ortakçı:
— Doğru söylüyorsun, dedi. Ama sen günde üç dolar alacaksın diye, on beş, yirmi aile aç kalıyor. Sen günde üç dolar alacaksın diye aşağı yukarı yüz kişi yersiz yurtsuz kalacak, yollarda sürünecek. Doğru mu bu?
Ve şoför cevap verdi:
— Bana vız gelir. Ben, kendi çocuklarımı düşünürüm. Günde üç dolar alıyorum ve her gün tıkır tıkır veriyorlar. Dünya değişti bayım, senin haberin yok galiba.
.... Sen üç dolar gündelik alacaksın diye aşağı yukarı yüz kişi yollara düşüyor. Nereye gideceğiz?
Şoför:
— İyi ki aklıma getirdin, dedi. Hemen pılını pırtını topla, yemekten sonra bahçenden geçeceğim (bahçeni banka adına süreceğim -a.s.).
— Bu sabah zaten kuyuyu kapattın.
— Biliyorum. Ne yaparsın, düz çizgilerden(tarla sürülürken traktörün düz gitmesinden -a.s.) çıkmamak gerek. Ama yemeği yedikten sonra bahçeden geçeceğim. Çizgiyi düz çekmek gerek. Ve mademki sen babamı tanıyorsun, iyilik olsun diye söylüyorum. Bana verilen emir şöyle: "Eğer bir aile evinden çıkmazsa —olur ya— eve yaklaş ve biraz yüklen." Eh, ne yapacaksın, ekmek parası. Ve en küçük çocuğumun daha ayağında ayakkabısı yok.
— O evi ben kendi elimle yaptım. Kaplamaları çivilemek için eski çivileri ellerimle düzelttim. Kirişleri balya teliyle bağladım. O benimdir. Onu ben yaptım. Sen onu yıkacaksın ha? Silâhımı alır, pencerede beklerim. Daha yaklaşacak olursan, seni bir tavşan gibi yere sererim!..
— Benim ne suçum var? Benim elimden bir şey gelmez ki. Görevimi yapmazsam beni işten atarlar. Sonra bana bak: Tut ki beni öldürdün. Seni asarlar be!.. Ve sen asılmadan çok daha önce traktöre başka bir şoför bulurlar, o da gelip senin evini yıkar. Sen öldürülmesi gerekeni öldürmüyorsun ki!..
Ortakçı:
— Doğru, dedi. Sana bu emirleri kim verdi? Onu yakalayayım. Öldürülecek adam odur.
— Aldanıyorsun. Bana emri veren de talimatı Bankadan aldı. Banka ona: "Ya bu herifleri buradan defedersiniz, ya işi bırakırsınız!" dedi.
— Peki, o halde, elbet Bankanın bir müdürü var. Bir yönetim kurulu var. Ben silahımı doldurur, doğru Bankaya giderim.
— Oradaki adamlar bana, Bankanın bu talimatı Doğudan( Şubenin bağlı olduğu Merkez şubeden, -a.s.) aldığını söylediler. Talimatı şöyleymiş: "Ya topraktan bir kâr sağlarsınız, ya da sizi kapatırız!"
— Eee! Bu işin sonu yok mu? Biz kimi vuracağız?
Beni aç bırakan adamı öldürmeden açlıktan ölmeye niyetim yok.
— Orasını bilmem. Belki öldürülecek bir adam da yok. Belki bu işi insanlar yapmıyor. Belki de senin dediğin gibi; bu işleri malların kendisi (sistem - a.s.) yapıyor. Uzun lafın kısası, ben aldığım emri sana söyledim.
— Dur biraz düşüneyim, dedi. Hepimiz düşünelim. Elbette bunun bir çaresi vardır. Bu bir yıldırım düşmesi ya da deprem değil ya!.. Evet, insanlar kötü bir şey yapmışlar, ama bu da Allahın inayetiyle değiştiremeyeceğimiz bir şey değil ya!.. Ortakçı kapısının önünde oturdu; şoför motorunu gürül gürül çalıştırmaya başladı. Traktörün paletleri düşüyor, eğriliyor, pulluklar yarıyor, tohum dikme makinesinin erkek seks organları toprağın içine giriyor. Traktör kapının önündeki bahçeyi kesti, ayakla basıla basıla katılaşmış olan bahçe, tohum ekilmiş bir tarla oldu, traktör yeniden bahçenin üzerinden geçti. Üç metre genişliğinde kesilmemiş yer kalmıştı. Traktör yeniden geri geldi. Demir tampon evin köşesine vurdu, duvarı dağıttı, küçük evi temelinden yana doğru yatırdı; traktör, evi küçük bir böcek gibi ayağının altında ezdi. Şoförün gözlerinde gözlük vardı, burnunu ve ağzını kauçuk bir maske örtmüştü. Traktör düz bir çizgi çekti, hava ve toprak onun gürültüsüyle titredi. Ortakçı, traktörün arkasından., tüfeği elinde, bakakaldı. Karısı yanında, sessiz sedasız duran çocukları arkasındaydı. Ve hepsi de traktörün arkasından bakakaldılar.”
Şimdi “Arap Baharı,” diyerek yada demokrasi, barış ve insanlık havarisi olarak bu topraklara( Mısır, Sudan, Libya, Irak, Suriye vb.) gelen emperyalistlerde Traktör şoförü gibi ama tanklarla, toplarla, füzelerle ve uçaklarla, “evin(yurdun, barış huzur ve olabildiği kadar mevcut olan istikrarın -a.s.) köşesine vurup, duvarı dağıtıp, küçük evi temelinden yana doğru yatır”mıyor mu?
Bu sorunun cevabı, romandaki köylünün deyisi ile verirsek “Peki ama biz kimi vuracağız” ki bu yıkım dursun? Cevap, romanda ki gibi “belki de vurulacak bir kimse yok, karşımızda sistemin gereğine göre işleyen şirketler var.” Başka bir deyimle, insanları, din, dil, ırk, renk vb. gibi gerekçelerle bölüp, atomize edip, her gün biraz daha heybetlenen dev şirketlerin emrine üç beş dolara veren Kapitalist sistem değil mi?..
Birileri kalkarda, ADB, Rusya ve diğer emperyalist ülkeler PKK, PYD, YPG, İŞİD ve Irak Kürt yönetimlerini, Suriye’yi oradaki halkların, özgürlüğü, barışı, ekonomik ve sosyal kalkınması ve refahı için destekliyor derse, diyenlerin “aklına şaşarım…”
Wilhelm Reich’in 1946’lar da yazdığı Dinle Küçük Adam kitapçığından alacağım bir kaç pasajlarda, atomize edilmiş bireylerin, nasıl sisteme uygun bir karaktere sokuldukları ve çözümün, insani duruş olarak yönüne dair işaretlerin altını çizmek istiyorum.
“… Damları samanla örtülü, duvarları tezekle sıvalı pis evlerde yaşamayı sürdürürsün. Ama kültür sarayınla övünmektesin.”
“...Size kişisel özgürlük değil ulusal özgürlük vaat ediyorlar. Size özgüven değil, devlete saygı, kişisel büyüklük değil, ulusal büyüklük vaat ediyorlar. Sana göre, «kişisel özgürlük» ve «kişisel büyüklük», soyut birer kavramdan başka bir şey değildir; -ulusal özgürlük» ve «devletin çıkarları» sözcükleriyse, seni zevkten dört köşe etmekte; bu yüzden hemen bu sözcüklere sarılıyorsun. Bu Küçük Adamlardan hiçbiri gerçek özgürlüğün fiyatını ödemez. Onlar seni sevmiyor, sen kendini horgördüğün için, horgörüyorlar seni, Küçük Adam. Bir Rockefeller ya da Torilerin tanıdığından çok daha iyi tanıyorlar seni. Senin en kötü yanlarını, en büyük zayıflıklarını, senin bilmen gerektiği gibi, ama senden çok daha iyi biliyorlar.”
“...Kendi Küçük Adamlarını seni sömürenler haline getirdiğini anlamalısın artık; aç gözünü ve gerçekten büyük olan adamlarını kurban ettiğini gör onları çarmıha gerdiğini, canlarını aldığını, açlıktan öldürdüğünü anla artık; onları bir an bile düşünmediğini, senin için çalıştıklarını aklından geçirmediğini kabul et; yaşamın boyunca yaptıklarını kime borçlu olduğun konusunda hiçbir fikrin yok, bunu anla artık.”
“...Sözcüğün gerçek ve doğru anlamıyla dindar olabilmek için, insanın sevgi yaşamını yoketmesi, bedensel ve ruhsal bir yoksulluğa gömülmesi, bedenini sürekli olarak kasılı ve gergin tutması gerektiğine inanmıyorum.
Senin «Tanrı» dediğin şeyin gerçekten varolduğunu biliyorum, ama senin düşündüğün gibi değil: Tanrıyı, evrendeki ilk acunsal(varlık, dünya, evrensel -a.s.) enerji olarak, senin gövdendeki sevgi, yüreğindeki içtenlik olarak, içindeki ve çevrendeki doğayı benliğinde duyabilmek olarak görüyorum ben.”
...Sevginin, çalışmanın ve bilginin anayurdu yoktur, gümrük denetiminden geçmez bunlar, üniforma tanımaz. Onlar, evrenseldir ve bütün
insanlığı kapsar. Ne var ki, sen(Küçük Adam) küçük bir yurtsever olmak istiyorsun, gerçek sevgiden korkuyorsun(...)
“...Senin şu kadarcık özsaygın olsaydı, günlük yaşamında kendine azıcık saygılı davransaydın, yaşamın sensiz bir saatcık bile sürmeyeceğini azıcık sezseydin, dünyadaki hiçbir güç seni ezecek kadar güçlü olamazdı. «Kurtarıcın» sana bunu söyledi mi? Hayır. Sana «Dünya Proleteri» dedi, ama (« anayurdun onurundan» sorumlu olmak yerine) kendi yaşamından senin, yalnızca senin sorumlu olduğunu söylemedi hiç.”
“...Benim kim olduğumu saptama hakkına bu dünyada yalnız ve yalnız ben sahibim, başka hiç kimse değil. Ben, hem biyolojik, hem de kültürel açıdan bir melezim ve tüm sınıfların, ırkların ve ulusların zihinsel ve fiziksel ürünü olmaktan gurur duyuyorum; senin gibi «safkan» olmadığım, ya da senin gibi «katıksız bir sınıf» in üyesi olmadığım için gurur duyuyorum; senin gibi bütün ulusların, ırkların, ve sınıfların küçük buyurganı, tutkulu bir yurtseveri, milliyetçisi olmadığım için gurur duyuyorum.”
“...Evet, bu bilge adam, seni aydınlatmaya çabalarken yalnızca bir tek yanlış yaptı; senin, kendini kurtarma yeteneğine sahip olduğuna inandı. Özgürlüğünü, bir kez ele geçirdikten sonra bırakmayacağına, onu koruyabileceğine inandı. Bir yanlış daha yaptı bu adam: Senin «diktatör» olmana izin verdi.
Bu bilge adamın bir küçük ihmalinden dev bir yalanlar dizgesi oluşturdun. Yalanlardan, suçlamalardan,işkencelerden, copçulardan, cellâtlardan, gizli polislerden, ispiyonculuk ve ihbarcılıktan, üniformalardan,mareşallardan ve madalyalardan oluşan bir yalanlar düzeni kurdun — bunların dışındaki her şeyi fırlatıp attın. Şimdi, nasıl olduğunu biraz daha iyi anlamaya başlıyor musun, Küçük Adam?”
“...Aslında yüreğinin derinliklerinde nelerin bulunduğunu, kendinin gerçekte nasıl olduğunu bilmiyorsun, biliyorum. O derinliklerde, bir ceylan ya da senin Tanrın, sevdiğin ozan ya da inandığın filozof ya da akıl hocan neyse,sen de osun.”
“...Şimdi anlıyor musun mutluluk neden senden kaçıyor? Mutluluk, uğrunda çalışılmasını gerektirir; mutluluk gökten yağmaz, kazanılır. Oysa sen mutluluğu yalnızca yalayıp yutmak istiyorsun; bu yüzden senden
kaçıyor o da; senin kendisini kemirmeni, yutmanı istemiyor.”
“...Sen, gazetede okumadan bunlara inanmazsın Küçük Adam, çünkü kendi öz duygularına güvenmiyorsun. Seni küçük gören kimseye saygı duyuyor, kendini küçük görüyorsun; bu yüzden kendi öz duygularına güvenemezsin işte.”
...Sendeki alma eyleminin temelde yalnızca bir anlamı var: Kendini büyük bir oburluk içinde parayla, mutlulukla, bilgiyle doldurmak istiyorsun, çünkü kendini boş, aç, mutsuz hissediyorsun Küçük Adam; gerçekten bilgili saymıyorsun kendini, ya da gerçekten öğrenmek istediğine inanmıyorsun. Gene aynı nedenle hakikatten kaçıyorsun. Küçük Adam: İçinde bulunan sevgi, tepkesini salıverir diye kaçıyorsun ondan. Hakikat, kaçınılmaz olarak, burada sana benim göstermek istediğim, anlatmakta yetersiz kaldığım şeyleri gösterecektir çünkü. Sense bunu istemiyorsun Küçük Adam. Yalnızca bir tüketici ve yurtsever gibi görünmek istiyorsun, o kadar.”
«Şuna da bak! Yurtseverliği yadsıyor bu adam! Devletin, ve onun özü olan ailenin koruyucusu yurtseverliği yadsıyor! Bu adamı susturmak gerek!»
“...Sevginin, çalışmanın ve bilginin anayurdu yoktur, gümrük denetiminden geçmez bunlar, üniforma tanımaz. Onlar, evrenseldir ve bütün
insanlığı kapsar. Ne var ki, sen(Küçük Adam) küçük bir yurtsever olmak istiyorsun, gerçek sevgiden korkuyorsun(...)
….«Susturan şu adamı! Yabancı uyruklu o! Bir göçmen! Oysa ben bir Almanım, Amerikalı, Danimarkalıyım, Norveçliyim!» Bırak bu sözleri Küçük Adam! Sen hem bir Amerikan göçmeni hem de bir dünya göçmenisin. Anadan doğma bir göçmensin sen(Bu dünya ki faniliğe işaret ediyor olabilir yazar. a.s.). Bu dünyaya bir rastlantı sonucu gelmişsin, ve geldiğin gibi, sessizce gideceksin.
...Gösterişli giysilerini kuşandığında içindeki insanı gizliyor O; ama benden hiçbir şeyini gizleyemez; onu da çırılçıplak gördüm ben(Bir dehanın, uzman bir psikoloğun gözünden, gizleyemez insan kendini. a.s.).
...Ve en önemlisi, DOĞRU DÜŞÜN, içinden gelen ve seni tatlı tatlı
okşayan sesi dinle. Yaşamını kendi ellerinde tutuyorsun, kimseye güvenip de bir başkasının, hele seçtiğin Führerlerin eline sakın verme onu. DOĞALLIĞINI YAŞA! Olduğun gibi görün. Pek çok büyük adam
söyledi sana böyle davranman gerektiğini.”
Wilhelm Reich, Sigmund Freud’in dört ünlü, büyük temsilcilerinden biri. Bir başka önemli ve ünlü temsilcisi ise Erich Fromm’dur. From, bir kitabında, “İnsanın kendisini sosyal rolü ile özdeştirmesi, kendisini varoluşuna, insanlığına yabancılaştır”, der. Misal, Aleviyim, Sünniyim, sağcıyım, solcuyum, Türk’üm Kürt’üm; erkeğim, kadınım; işçiyim, memurum; eratım, albayım; karıyım, kocayım; muhtarım, başkanım; sanatçıyım, yazarım; kapıcıyım, apartman yöneticisiyim… vb. Bu sosyal rollerde elbette ki insana özgü toplumsal roldür. Burada arızı olan, bu sosyal rollerin, insani rolün önüne geçmiş olmasıdır. Bir başka deyimle, “her şeyden önce insanım; bundan sonra gelir benim inancım, ideolojim vb. diğer rollerim.”
Gene Fromm, kişinin kendini insani rolünden soyunup karşısındaki diğer insanı öldürebilmesi, ona eziyet ve işkence edebilmesi için, onun kendisini, asker, gerilla vb… rolle özdeştirip, karşısındakini de ortadan kaldırılması gereken bir düşman rolüne büründürmesine bağlıdır, der. Kendini ve karşındaki insanlığından soyutlayıp yapay, toplumsal roller ile özdeştirdikten, diğerini de “öteki”leştirdikten sonra karşınızdakine her türlü kötülüğü yapabilir ve rahatça tetiğe basabilirsiniz, der. Çünkü karşındaki (insan değil) temizlenmesi gereken bir “düşman”dır.
Toplumsal sistemin, belli bir performansla işleyebilmesi için, toplumu oluşturan çoğunluğun sistemle uyumlu bir karakterler sin silesine sahip olması, bir başka deyimle ortak karakteristik özelliklere sahip olması gerekir. Sistem insan odaklı kurulmamışsa, “sosyal, toplumsal karakter”de insani olamaz. 20. yy’da ki sosyalist devrimler ile kurulan toplumlarda bu( insan odaklı) sistem kurmayı başaramayıp çözüldüğüne göre. şimdilik böylesi bir köktenci sistem ideali boşlukta kalmıştır kanımızca.
Bu gün için, kılıçlarından saban, mızraklarımızdan budama makası yapacağımız Tanrının ülkesi ideali (şimdilik)boşlukta kaldığından, böyle bir ideali realize edecek sosyal sistemler kurulana kadar; mevcut olan kapitalist sistemi maksumum ölçüde rehabilete edecek çözümler üretmek ve insanları kültür robotları, sistemin araçları olmaktan kurtarıp, insan odaklı, “her şeyden önce insanım” dedirtecek karakter özellikleri ile donacak eğitim ve öğretim sistemleri acil ve hayati bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmakta.
Sözümüzü, görmek istediğin değişikliği kendinde gerçekleştir, düsturu gereği; ben Aleviyim, fakat önce insanım, solcuyum, fakat önce insanım,Türküm, fakat önce insanım… diyen ve her geçen yıl daha çok insanın böyle söyleyip, hissedip, inanacağı ve davranacağı bir dünya diliyorum, 2017 ve devamındaki yeni yıllarda…
Not:Bu günkü menfur terör saldırısını kınıyoruz. Bu olaya, yukarıdaki kuralı uyguladığımızda, diskodakiler: “A: düşman, B: şeytana uymuş cehennemliklerdi teröristlerce.” Bu menfur cinayetin haberlerini zafer kazanmış sadist bir eda ile izliyorlardır, ilgili camianın üyeleri. Suriye’de ki İşit hedeflerine atılan bombaların tahribatını, kaldırdığı toz dumanı, “yok edilmesi gereken ve yok edilen canilerin, terörist düşmanların imhası olarak sadist bir hazla da bizler izliyoruz.”
Her iki taraf açışından da karşı taraf “insan değil, düşmandır.”
01/01/2017
A.Sevim