SAYIN ALİSEYDİ BEY.
Yazıda ” Bu cenaze yemek adeti değişsin diyen muhteremler” diye hitap ediyorsun. Ana fikir. Kız kardeşim Hüsniye İLHAN’a ait.
Konunun esası : Cenazenin kırkı için düşünüldü. Yoksa toprağa verildiği ( Yerel deyimle, Kazma takırtısı diye bilinen ) ilk yemek, yerinde ve olması gereken bir ADET’tir.
Son zamanlarda 3-7- yarı kırkı- Kırkı-Elli ikisi- Senesi gibi cenazelerin hayrına dualar okutulup, yemekler verilmekte. Benim bildiğim genelde bu kırkında yapılır. İşte bu hayır yemeğine harcanacak meblağın, Fethiyeli yardıma muhtaç ailelere dağıtılması daha sevaba geçer diye düşünüldü.Bunun yadsınacak tarafı ne anlayamadım.
Fakat 03/01/2012 günü Merhum abimiz Ali Çalışkanoğlu için Malatya Cemevinde, cenaze yemeğinde yemek servisindeki düzensizlik, Hocanın YASİN’i eksik okuması. Yemek bitmeden dua’ya başlaması gibi hususları yerelim. Cemevi görevlilerini uyaralım. Burada hemfikiriz.
Fakat lütfen iyi niyeti, yanlış değerlendirmeyelim. Son cümlenizdeki soruyu cevapladığımı sanıyorum.
Bu vesile ile, üzüntümüzü paylaşan, akraba, dost ve Fethiyelilere teşekkür edip, saygı, sevgi ve selamlarımı sunuyorum.
Yusuf Çalışkanoğlu.
* * *
Merhabalar Yusuf bey,
Bey, bay vb. diye hitap resmi, mesafeli bir dil olduğundan, bu tabiri kullanmaktan imtina ederek kullandım. Yaşınızı bilmediğimden başka türlü hitap edemedim. Tabii, önemli olan niyettir, sözcükler sonunda birer kalıp.
Arzu etmiş olmamıza rağmen
rahmetlinin cenaze töreni ile Cem Evin’de verilen yemeğe iştirak edemedim!
Çalışıyorum; istediğim zaman istediğim yerler gidebilmek her zaman mümkün olmuyor.
Dolaysıyla, kız kardeşiniz Hüsniye İlhan’ın da böyle düşündüğünü sizden öğrenmiş oldum… İkinci tekil şahısa hitap eden bir dil kullanmam, bizzat var olan ikinci tekil şahısın ismini anmayarak ona değil, anlatım üslubu olarak bu tarzı seçmiş olmamdan kaynaklanmıştır. Muhatabım bir zihniyettir.
Sayı mistisizmi bildiğim kadar M.Ö. 580′lerd yaşayan Yunanlıların dünyaca ünlü felsefe ve matematikçisi Pisagoras’la başlar yada onun döneminde tarih sahnesinde daha belirgin bir hal alır. Zamanla farklı düşünür ve din adamlar kendine ve vakte göre yorumlayarak çeşitlendi ve farklı inanç guruplarında bu sayılara kutsal, uhrevi birer anlam yüklendi. Alevi inancındaki üçler,
beşler, yediler… gibi kutsallaştırılan sayılarda bu manada değerlendirilebilir.
Kutsal Kitap’ta da namazın sayısı belirtilmemiştir. Buna rağmen sınır konmazdan namazdan bahsedilmiştir: Kur-an’ın Kerim’de. H.z Muhammet’in bir günde elli defada
dahi namaz kıldığı Hadis olarak rivayet edilir. Fakat peygamber, ben bunu sayıyı sınırlamazsam ümmetim bunu sünnet olarak alır ve benden sonra sürdürür, demiştir. Bu kaygıdan hareketle, İslam’da mezhep sahi imamlar ve din bilginleri, bir sahih Hadisle bu namazı sınırlamış, 5 sayısında mutabakat sağlamışlardır.
Konumuz elbette namaz ve namaz sayısı değil. İnsanın sayılara verdiği önem ve ona bağlılığıdır. Bir sayı ve ya kuralın kimler tarafından ve ne zaman konmuş olduğuna bakmadan, insanlara görünen, maddi yararı ile görünmeyen fakat insanın dünyevi, uhrevi ve ruhiyatı açışından fonksiyonunun derecesi ve devamını dikkate almalıyız. En azından ben böyle düşünüyorum.
* * *
“…rivayet edildiğine göre “Cefar b. Ebu Talib (ra) öldürülünce, Hz. Peygamber (as) şöyle buyurdu:
“Caferin ailesine yemek yapıp götürün. Çünkü başlarına kendilerini meşgul edecek bir musibet gelmiştir.” (Ebû Dâvûd, Cenaiz, 25; İbn Mâce, Cenaiz, 59)
Komşular yaptıkları yemekleri ölü ailesine yardımda bulunmak ve kalplerini kazanmak için gönderirler. Çünkü cenaze sahipleri musibetle, gelen gidenlerle meşguliyet sebebiyle yemek yapamamış olabilirler.
Bunun aksine ölü evinin gelen gidenlere yemek hazırlaması mekruhtur, bidattır, aslı esası yoktur.
Çünkü böyle yapmakla ölü ailesinin sıkıntı ve kederi bir kat daha arttırılmış olur, meşguliyetlerine meşguliyet katılmış ve cahiliyye döneminin adetlerine benzetilmiş olur.
Cerir b. Abdullah şöyle demiştir: “Eğer yemek yapmaya ihtiyaç varsa caizdir. Çünkü ölü evine cenaze ve taziye için köylerden ve uzak yerlerden gelenler olur, ölü evinde gecelemeleri gerekirse o takdirde yemek yapılıp yedirilebilir.”
bk. Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi”
İslam bilginlerinden alınan bu verilerde göstermektedir ki, Kutsal Kitapta belirtilmiş olmamasına rağmen, insani bir ihtiyacı karşılaması bakımından doğru olarak, özellikle ilk hafta, ölü evine komşuların yemek getirmesi doğrudur. Bu yetersiz kaldığında ise ölü sahiplerinin bunu yapması zorunluluk arz eder.
Çünkü böylesi bir musibet sebebiyle, merhumun defin sürecine katılarak onu son yolculuğuna uğurlamak ve geride kalanların acılarını paylaşarak onlara manen destek olmak için uzaktan gelenler olmuştur.
Bu zorunluluk çeşitli sayılara karşılık gelen günlerde, yakın ve uzaktan gelen ayrımı yapmadan törensel bir sekle bürünerek bu günkü şeklini almıştır. Bu törensellik, gelenekleşmiş, ille de hısım akraba ve koru komşuları bu vesile ile bir araya getirerek hem ölen anılmış, ona dua edilmiş, hem de ölüm karşısında çaresiz olan insana metanet ve dayanma duvarı isnat edilmiştir. Etkisi ne kadar sürer? Rahman ve Rahim olan Allah’tır. Kul üzerine düşeni yapabilir ancak…
İfrat ve tefrite karşı korunmak, kemâletin gereğidir. Bir geleneği, bir insani
ihtiyacı karşılayalım derken ifrata, aşırıya kaçmamalı, aşırıya kaçmayalım derken de tefrite düşmemek, geri kalmamak gerekmektedir.
Törensel olarak, yakın ve uzaktan gelen hısım akraba dost ve ahbaplar ile öleni anmak ve bu maksatla toplananlara bir yemek vermek, acı içinde olunsa dahi bizi acılara gark eden ölen için bu tören düzenlendiğinden ilk hafta, ismi ister kazma takırtısı, ister üçü başlığı altında bir yemek vermek, misafirperverlik, görgü, nezaket ve terbiyenin gereğidir.
Henüz bizi yakan ateş sönmemiş korlu iken bir defada, kırkında böyle geniş katılımlı törensel bir yemek verilmesi, ölenin yakınlarını açısından ruhen rahatlatıcı etki yaratabileceği
ve insanların bir araya gelmesine vesile olacağı yaşayarak görülmektedir.
Bu iki yemeğin verilmesi ifrat ve tefritin ortasında bir yerlerdedir. Bu çağda bundan fazlası, senesi, bayramı vb. ölenin yakınlarının ekonomik durumu ve takdirine bırakılmalı.
Ölenin geride kalan yakınları için bu yemek bedeli onları zorlayan, sıkan bir yük olmayan aileler için, sorun yoktur. Olabilecekler için için ise, bir kaynak oluşturmalı ve gelenekselleştirerek, ilgili aileleri rencide etmeyecek bir çözüm oluşturulmalı.
Peki bu yapılmazda bu maksatla yemek bedeli karşılığında yapılacak hayırlar için verilen(hayır-yardım) rakamını kim yada ne belirleyecek, yapılmadığında bunun yaptırımı olabilecek mi. Olamayacaksa, ”bu gelenekle beraber, yemek yerine yapılması öngörülen (hayır-yardım) fikrinin önerisininde ölümüdür bu.”
* * *
Bir teyze lokma dağıtırken bana üç tane şeker uzattı ve “üçler aşkına” dedi. Bende espri olsun diye: “keşke beşler, yediler hatta kırklar aşkına deseydin de, bir avuç dolusu verseydin,” dedim. Teyze de hemen lafı ağzıma tıkatı: “oğlum, lokmanın üçü de kırkıda birdir, lokmadır; hem ben üçler aşkına dağıtıyorum, ananda kırklar aşkına dağıtsın,”dedi.
Ölünün ardından verilen yemek yerine, yoksula yardım şeklindeki fikrin üç zaman sonraki akıbeti korkarım ki: “üçler aşkına” dönüşebilir…
Fakat gelenekselleşmiş olan cenaze töreni ve onun ayrılmaz bir parçası olan cenaze için topluma verilen yemeğe katılmamanın ahlaki açıdan bir yaptırımı vardır. Bu yaptırım ayıplamanın ötesinde kınama boyutundadır.
“Ölüye dostta gelir düşmanda” deyimi, ölen düşmanın dahi olsa, cenaze törenine katıl ve geride kalanlara taziye bildirmenin zorunluluğunu ve sosyal denetimin kerterizini belirtir.
Ülkemizde en ağır yeminlerden biri de: “ölürsem ölüme gelme” şeklinde bir ibaredir. Yani her iki dünya da da (onunla) ilişkiyi kesme arzu ve düşüncesinin ifadesidir.
Bu kadar ağırdır, yaptırım.
Tanrı hepimize hayırlı ömürler versin; fakat hayır, hayır yapalım diyerek bu geleneğin de canına kıyarsanız: “ölürsem ölüme gelmeyin.”
* * *
Maddi yardımın da insani olduğuna dair önemin altını çizmek bakımından,
Mesnevi’de geçen bu hikayeyi aşağıya alıntılıyoruz:
Bir şeyhin Bayezid’e “Kâbe benim; benim çevremde tavaf et” demesi
“2210: Ümmetin şeyhi Bayezid Hac ve Umre için Mekke’ye doğru koşuyordu
İlk defa (yol boyunca) gittiği şehirlerde değerli kişileri soruşturup arardı. (…)
2215: (…)Bayezid, yolculukta zamanının Hızır’ı olan bir kimseyi bulmak için çok arardı.
2220: Boyca hilâl gibi bir şeyh gördü; Onda erlerin gücünü ve sözünü gördü.
Gözü kör ama gönlü güneş gibiydi; rüyasında Hindistan’ı görmüş bir fil gibiydi
2225: (Şeyh’in) Önünde oturdu. Durumunu sordu; onu yoksul ve aile sahibi buldu.
-Şeyh- “Ey Bayezid! Niyetin nereye! Gurbet dengini nereye götüreceksin?” dedi.
-Bayezid- “Erken vakitte Kâbe’ye niyetim var” dedi. -Şeyh- “Peki! Yol azığı olarak neyin var?” dedi.
-Bayezid- “İki yüz gümüş dirhemim var; işte elbisemin köşesine sıkıca bağlı” dedi.
-Şeyh- dedi:
“Benim çevremde yedi defa tavafet(dön); bunu hac tavafından daha iyi say.
2230: Ey cömert! O dirhemleri önüme koy;
bil ki hac yaptın muradın gerçekleşti.
Umre yaptın, baki ömrü elde ettin; temizlendin, Safa’da koştun
Canının gördüğü Hakk’ın hakkı için;
Hak, beni kendi evine üstün tutmuştur.
Kâbe onun lütuf evi ise de tabiatım (vücudum) onun sır evidir.
O evi (Kâbe’yi)yaptığından beri, ona gitmedi. Bu eve (gönlüme) ise o diri Hakk’tan başkası girmedi.
2235: Madem beni gördün, Hakk’ı gördün; sadakat Kâbe’sinin çevresini döndün.
Bana hizmet, Allah’a itaat ve şükürdür;
sanma ki Hakk, benden ayrıdır.
Gözünü iyice aç, bana bak; böylece insanda Hakk’ın nurunu göreceksin.”
Bayezid, bu nükteleri anladı; altın halka gibi kulağına taktı.
Ondan dolayı Bayezid’in derecesi arttı; Sonra ulaşan, son noktaya vardı.”
KAYNAK: Mevlana Celâleddîn Rûmî,
Mesnevî, İstanbul, 2004, c: 1, s: 234-235.
Not: Fikrini beyan edecek bir Fethiye’liyi görmek, bizi fazlasıyla memnun etmiştir. Mesajınız için teşekkür eder, ilgi ve katkınızın devamını bekleriz. İki defa cenaze yemeği yapmanın gelenekselleşmesi için, ekonomik gücü zayıf ailelerin ölüm halinde verilecek yemeklerine katkı babında bir fon oluşturulabilir. Durumu zayıf olan ailede bu fona katkı yapacağından, fondan
yapılan bu destek, o aile üyelerini duygusal açıdan incitmez.
Yazılı bir beyan olmadan durumu iyi olan aileler, fondan harcama talep etmez, kendi imkanları ile yapar, hayrını da ilaveten yapar; diğerleri de benim katkımla oluşturulmuş bir fondan yapılıyor diye, bu ihtiyacını sıkıntıya girmeden ve
kendinin incinmiş hissetmeden karşılar.
Ayriyeten bir çok belediye dahi bunu yapmaktadır.
Sözlük:
müstehap, -bı Ar. muste§abb
a. 1. din b. Dinen emredilmediği hâlde yapıldığında sevap kazandıran davranış. 2. sf. Hoşa giden, sevilen, beğenilen.
musibet Ar. mu¹³bet
a. (musi:bet) 1. Ansızın gelen felaket, sıkıntı veren şey. 2. sf. mec. Uğursuz.
mekruh Ar. mekr°h
sf. 1. din b. İslam dininde, dinî bakımdan yasaklanmadığı hâlde yapılmaması istenen. 2. esk. İğrenç, tiksindirici.
Güncel Türkçe Sözlük
bidat, -ti Ar. bid¤at
a. (bi’dat) din b. esk. 1. İslam dininde Hz. Muhammed zamanından sonra ortaya çıkan değişik yargılar ve ilkeler. 2. Sonradan türeyen şey.
Güncel Türkçe Sözlük
İfrat: 1.
isim, eskimiş Herhangi bir konuda çok ileri gitme, ölçüyü aşma, aşırı davranma, taşkınlık, tefrit karşıtı
“İfratlar bırakılırsa bürokrasiye karşı her türlü şiddet benim hoşuma gider.” -
F. R. Atay
Tefrit: 1.
isim, eskimiş Herhangi bir konuda geride kalma, yeterli ölçüde olmama durumu, ifrat karşıtı