Rahmetli Hıdır abinin, gelenek ve göreneklerimiz gereği yapılan cenaze töreni, defin sürecine katılan canlara ilk gün ve bir sonraki gün “üçü” dolayısıyla bütün sevenlerine Fethiye Cem evinde yapılan lokma ikram edildi. Mezarı çiçeklerle bezendi. Allah rahmet eylesin.
Rahmetlinin can ciğer, dost hısım ve akraba çevresinin katılımı bu süreçte benim nazarımda oldukça anlamlı idi. Bazı ham ervahlar var... Bunlar aynı zamanda kendilerini “ilerici ve çağdaş(!?)” da addediyorlar. Bu gibi süreçlerde harcanan para şuraya harcansaydı diyenler var, önceden beri. Ben bu törenselliği önemseyenlerden biriyim. Bu duyarlılığı ise takdirle karşılıyorum.
Bu defin sürecine binlerce km. den gelmiş gençlerde vardı. Bu ayrıca anlamlı. Çünkü uygulamanın içerisinde öğrenir bir insan gelenek ve göreneği. Mesela; ben Almanya’ya gittiğimde, çocuk olduğunu bildiğim evlerde de misafir oldum. Çocuk olan birçok ev sanki çocuksuz evlerdi... Çocuk göremedik yani! Böyle olunca, bu çocuklar nerede öğrenecek eve gelen birine merhaba yada hoş geldin deme, güleryüz gösterme adetini?
Düğüne, bayrama, vakti gelince yas yerlerine götürülmezse nasıl öğrenecek bu töre yi? Burada da, 15-25 yaş aralığında, kendi akranları arasında imiş gibi, anne babası kuşağında ve ilk kez aynı mekanda bulundukları insanlar yanında kaykılarak sandalye ve koltuğa serilip, bacağını sandalyenin, koltuğun başına doğru uzatarak oturan, rahatça sigarasını içen gençler görmekteyiz. “Abisi, ablası daha küçük, askere giderse, evlenirse aklı başına gelir,” diye kendisini teselli ediyor ebeveynler. Çocuklukta öğrenmezse, eskilerin deyişiyle ilerde “nah gelir” bunların akılları başlarına.
Felsefe der, bir filozof; “düşünmüş olduğun yada düşünmüş olduğunu sandığın şey üzerinde, hiç düşünmemiş gibi bir daha düşünmektir, bir daha, bir daha...” Aristo ve Kant’ın bir çok düşüncesine muhalif olan Alman Filozof Hegel, Aristo’ya karşılık olarak “İnsan düşünen bir varlıktır, derler; sanki insandan başka inanan bir varlık varmış gibi,” der. “Yani insan, inanan bir varlıktır.” da der. Yalnızca düşünen ve inanan bir canlı mıdır insan? “Manevi, ruhsal – duyusal, duygusal” dünyası da olan bir canlı değil midir insan? Klasik psikoloji; İlm-i Nefsiye(Pusike, ruh, espiritus) olarak ta ifade edilir. (Aristo ile Platon’un düşünce sisteminin bir parçasıdır: duyu, duygu ve ruhiyat.) Psikoloji, Nöropsikiyatri neyin bilimi, “insanın manevi ve ruhsal bir dünyası” yoksa?
İşte, doğumdan ölüme kadar geçen süreçlerde, insanların uygulamakta olduğu bu törensenlik, örf ve adetler, alışkanlıklar, insanın bu manevi, ruhsal dünyasının dengelenmesine dairdir. Yani kayıp edilenden daha çok geride sağ kalan insanlara hitap eder bu gelenek ve görenekler.
Bir ömrünü sizinle geçirmiş, hele çocukları için ise onların varlık sebebi olan “o insan” elveda demiş ve ebedi olarak sizden ayrılmış... Bu gibi durumlar insan ruhunda çökkünlük, depresyon yaratır. Bir depremde yaşadığınız evinizin başınıza yıkılması ve açıkta kalmanız gibi bir ruh hali, bu.
Böylesi depresyon, çökkünlük, yas durumunda yüzlerce tanıdık, dost, arkadaş ahbap ile kavim- kardeş, hısım - akraba oraya geliyorlar ve “yasınız yasımız, gideni geri getiremeyiz, onun yerini tutamasakta bundan sonra biz varız yanında, bizimlesin, yalnız değilsiniz” demiş oluyarlar (hal diliyle), bu törende bulunmakla. Ve gözünün içine bakarken elinizi sıkıp, kucaklayıp: “canınız sağolsun, Allah rahmet eylesin,” diyorlar. Bunun parasal karşılığı olabilir mi? Ben fiyat biçemem buna; çünkü alınıp satılacak bir malın, metanın fiyatı olur.
Bu “maddeci ve ilerici arkadaşlar - bana göre bu eğilim itirazcı ve nihilist yapılanma,” aynı mekanda bulunan insanların göz temasının, birbirine dokunmasının ve sohbetinin psikososyal, fizyolojik süreçlerini ve bunların faydalarına -eksik olduğunda zararlarına- dair, sistematik olarak ne söylüyorlar? bilmiyoruz. Söyleseler, bizi aydınlatsalar da bizde işitip hidayete ersek iyi olurdu. Bunlar para ile satılıp alınamayacak şeylerdir. Yas tutan da yanına gelen dostlarına bir yemek veriyor. Bundan doğal ne olabilir?
* * * *
Üstad; Cehalet üç katmanlıdır der... 1.Cehl-i basit, 2.cehl-i mürekkep ve 3.cehl-i mik-ap. Birincisi bilmeyen. Ama bilmediğini bilen; öğrenme imkânı vardır; bu gibilerin. Gösterilen bir şeyi, misal kalemin ne olduğunu bilmemek gibi. Bu cehalet birinci katman olduğu için ümitli bir vakadır. İzale edilebilir yani, bu öğrenme ile telafi edilebilir bir cehalettir.
2. 'Cehl-i mürekkeb': Bilmeyen; ama bilmediğini de bilmeyen. Bu iki katmanlı cahilliktir. Bu vaka kapsamındakiler bilmediğinin bilincine ermedikçe, bunların öğrenme imkânı yoktur. Yani (iki katmanlı)cahillikten kurtulamaz. Bu vaka için kalem örneğini verecek olursak; gösterilenin kalem olmadığını bilmez, hem de kaleme misal”çubuk” der. Yani kalemin kalem olduğunu -çubuğunda kalem olmadığını- bilmediğini de bilmez.
3. 'Cehl-i mik'ab': Bilmeyen, bilmediğini de bilmeyen ama buna rağmen en doğruyu bildiğini de iddia eden. Üç katmerli câhil. Üç-boyutlu cehalet; yani derinliği olan cehalet. Bırakınız bir şey öğrenmeyi, iddialı olduğu konuda kendisine bir şey öğretmek bile mümkün değildir. Kendisinin bilmediğini kimsenin de bilmediğini varsayar. Dolayısıyla, kendisinde eksik olduğunu ve olabileceğine ihtimal vermediğinden yeni bir bilgi girişine kapalıdır kafası. Onun öğreneceği değil, öğretecekleri şeyler vardır. Ümitsiz vaka gibi bir şey yani...
Bu üçüncü tipler için bir başka hoca: “O kadar ki, dünyanın en kısa konusu hakkında en uzun konuşmayı dehasının bir göstergesi sayar.” bunlar der.
Yukarıda üç başlığın, İlim- irfan, alim- arif kavramları açısından değerlendirilmesi konuyu dağıtır. Bu yüzden girmiyoruz, bu alana.
Cehl-i Mürekkebe, iki katmanlı cahilliğe bir örnek. Bu yörede yaşanmış bir olay.... Adam şiddetli baş ağrısı ile acil servise gider, doktor bir takım tetkikler ister, fakat bir an önce ağrının dinmesi için bir iğne yaptırır. Adam kızar ve maraz çıkarır; “ben başım ağrıyor diyorum, doktor popoma iğne yaptırıyor, ne alaka? ” diye. Hastanın, adamın mantığı da bir mantık, akıl elbette. Anlamıyor doğal olarak.
Bak ağa. Yaşını başını almış, şükür dünyalığını da biriktirmişsin. Bazı makam ve mevkilerde de hizmetlerin olmuş, ailen ve çevrende belli bir saygınlığa da ulaşmışsın. Eyvallah. İstediğin gibi de düşünebilir, zannedebilirsin. Zannına saygım da var; fakat zannında ısrarcı olma. Bir alanda yeteri kadar ihtisas yapmamışsan- ki onlar, ihtisas yapanlar dahi böyle cümleler kurur-; kesin olmayan, olasılık, ihtimal, zannımca... gibi cümleler kur. Katı ve kesin olma!
O öfkelendiğin doktor var ya? Altı yıl tıp okudu. Beş altı yılda uzmanlık. Hala okumakta, denemekte o alanda. Bu bilgi ise asırlar sürecinden üzerine konarak geliştirilen bir seviyenin bilgisi. Yani binlerce gün, yüzlerce hafta ve on binlerce saat mesai harcadı, ihtisas yaptı ve yapmakta. “İşte bu yüzden, senin popondaki iyne ile baş ağrın arasında kuramadığın alakayı-bağı-, o kuruyor-sen kuramıyorsun.”
Geleneğimiz gereği yapılan törensellik ile insan sosyalliği, ruhsal dünyası ve duyguları arasındaki bağı kuramayanlar, bu gelenekleri kaldıralım diyorlar... Yani, bu törenselliğin maddi tutarını, oraya değilde şuraya kullanalım gibi, önerilerde bulunuyorlar. Psikoterapistler, hastanın / danışanın bir travmasının tedavisi /terapisi sürecinde, yeni bir travma ile karşılaştığımızda, “çözemeyeceğimiz yada çözmeyeceğimiz o yeni travmaya dokunmayız” derler. İnsan ruhundaki o travmaya dokunur, onu yerinden oynatır ve çözümleyemez ve rehabilite edemez isek, o insana faydadan çok zararımız dokunur derler.
Yerine daha kemalini koyamacağınız bir taşı yerinden oynatmayalım. Bakarsınız, yeni diye koymak istediğiniz taş, asırlardır, binlerce yıldır toplumun kullandığı ve kullanmaya devam etmekte olduğu bilinen taşlardan biridir... Yada oluşturduğunuz boşluğu öngöremediğiniz zararlı bir alışkanlık doldurur. Zahmet etmeyin yani. Onu kaldırıp şunu koyalım demekle oluyor mu bu işler? Odan da ki mobilyaların yerini mi değiştiriyorsun; yoksa saçının modelini mi değiştirdiğini sanıyorsun?
İnsanın değiştirilmesinden, toplumun değiştirilmesinden bahsediyorsun, bunun farkında mısın? İdealler ile hakikat arasındaki makas, insanlığın çözmekte en çok zorlandığı problemdir. Bu sosyoloji, psikoloji, nöro psikiyatri, davranış bilimleri, inanç sistemleri... gibi bir çok disiplini ilgilendiriyor. Öyle basit değil yani.
Hele bir düşün... Anneni- babanı, eşini, çocuklarını değiştirebiliyor musun? Hele hele de kendini ne derece değiştirebildin? Kendini dahi değiştirmeye gücün yetmezken, onu kaldırıp yerine şunu koyalım moduna girerek toplumu dünyayı değiştirmeye kalkıyorsun. Bunun farkında mısınız? Bir soralım kendimize, ailemizin bize mal ettiği partimizi, inancımızı değiştirebildik mi? Daha tuttuğumuz takımı değiştiremediğimizi bir hatırlayalım.
Asırlar değil, binlerce yıl önce ne demişlerdir insanlığın büyükleri: “Kılıçlardan budama makası, mızraklardan çardaklar yapacağız; insanlar barış ve kardeşlik içerisinde gülen yüzlerle yaşayacaklar.” Bu damara değil, insanın iliklerine işleyen hoş rüyalar, hülyalar, edealler... Buna itiraz edilebilir mi? Bu gün insanlık, kılıçlar ile mızrakları bırakalı çok oldu; fakat bunlardan çardaklar ve budama makasları yap(a)madılar. Nükleer başlık taşıyan bir kaç füzenin düğmelerine basarak bütün insanlığı bir çok defa yok edecek silahlar yaptılar.
Ümitsiz olmayalım. Fakat onu kaldırıp yerine bunu koyalım ile olacak kadar basit değil bu işler. Yapay zeka sayesinde, sınıflar değişiyor, sosyoloji, toplumsal yapı değişiyor, bionik insana, insansı yapılar(humanoid, animoid) ve bunların karmasından oluşan yeni toplumsal hayat oluşuyor. Human genom, Avatar 2045 projeleri... ve bu alanlardaki gelişmeler. Bu yeni Teknolojilerin 4.0 -5.0 evreleri, idealleri ve yönümüzü yaniden biçimlendiriyor.
Bana göre, yukarıda fikrinden yararlandığım üstat gibi Prof. Dr. İ.Hakkı AYDIN’da bir polimat. Aydın hoca, “milattan önce bilim bin yılda bir ikiye katlanıyordu, milattan sonra 500 yılda bir ikiye katlanır oldu. Şimdi ise 72 saatte, yani üç günde bir bilim ikiye katlanıyor. Bunun, mevcudun ortalama %30’u ise her katlanma süreci sonucunda eleniyor, geçersiz oluyor. Çünkü, bir bilimsel teorinin doğruluğu, ondan daha doğrusu çıkana kadar doğru ve ve geçerlidir,” diyor.
Artık bildiklerimizi aşan yeni yeni hesaplar ve idealler oluşturmak gibi bir zorunluluk ile karşı karşıyayız.
Ben kendi adıma oldukça temkinli olmaya ve haddimi bilmeye büyük özen gösteriyorum- şu şöyledir derken. Dünya çok hızla değişiyor çünkü. Hayat sizin, takdir sizin...
14 Aralık 2022
Aliseydi