Bu bayramda 12 ihtiyaçlıya 12 kolü bayram hediyesi gönderen Özgür KARAKOÇ kardeşimize teşekkkür eder hayrının kabul ve makbul olmasını Allah'tan dilerim.
Not: Hayrar ile İsmail GÜVERCİN'in gölbaşında çektiğimiiz resimleri yanlışlıkla silinmiş. Arkadaşlarımdan özür dilerim.
Günahsız olan ilk taşı atsın & Bayramlarda niçin barışırız.
Allah Kuran-ı Kerimde, : “Ve biz ona şah damarından daha yakınız.(Kaf Suresi, 16.Ayet. Elmalılı Hamdi Yazır Meali)”der. Ve bize, insana şah damarımızdan daha yakın olan bir güç daha vardır. Oda boynuzlu, gözleri tepesinde, kepçe kulaklı, kuyruklu yada yılan gibi... bir garabet şeklinde ve dışarıda olan bir güç değil. Benliğimizin taa derinliklerinde, bizimle bir bütün olan nefs, şeytanımızdır.
İnsanoğlu bir boyutu ile, Alemlerin Rabbinin bütün insu cine (görünen ve görünmeyen bütün yaratıklara), “Adem Secde Edin” diyeceği kadar yüce bir potansiyel ile donanımlı; diğer taraftan ise koskoca bir cenneti dahi "bir meyve yada buğday" tanesine satacak zafiyetleri bağrında taşıyacak kadar güçsüz ve cahiliyetiyle bütünleşmiş bir canlıdır...
Özetle Allah ademi, Burak’a binip Miraç yada sema ile döne döne Hakk’a doğru yükselecek yetkinlik ile donatmış; bir yandada Şeytanla kıyamete kadar savaşacağı bir yere, dünyaya kovmuştur onu. Şeytanımız Allah’ın izniyle bir ömür boyu 7/24 görevde, bizimle üstünlük savaşında.
Şeytan karşısında durumumuz nedir diye soruyorsanız, pek iç açıcı değil ama yine de umutlu olmalıyız… Bir arpa, bir lokma, bir anlık zevk için yada bir kaç dakikalık, saatlik, yada günlük öfke ve hırs ile nice düzenleri alt üst etsekte… Çünkü Ulu Emr verilmiştir: “Ademe secde edin.” Yani Hakk, Şeytana kıyamete kadar izin versede, tercihini Ademden yana yapmıştır. Umut etmek için bu yeterli “Yüce dayanağı” hep hatırda tutalım.
İşte böyle, bir arpa için cennetten kovulacak günahlar işlediğimizde, Allah, bize bir kez daha yola girme, dönme şansı vermek için “Tövbe” müssesesini oluşturmuş, kapısını açmıştır. İnsan ömrü hep bir yoldan çıkma ve tekrar tekrar yola girme mücadelesi ile geçer.
Tövbe, pişmanlık duymak. Kendisi ile yüzleşmek. Tekrar yapmayacağına Allah’a ve / yada vidanına taahhütte bulunma ve O’ndan af dilemektir. Yoldan çıkmışın tekrar yola girişine bir şans verilisine bir örnek olarak, İncil’den bir kıssanın şerhine bir göz atalım!..
GÜNAHSIZ OLAN İLK TAŞI ATSIN
“İsa mabede girince, yazıcılar ve Ferisiler (Kudüslü Yahudiler) kendisine zina suçu işlemiş bir kadın getirdiler. Aralarında dediler: "Eğer onu kurtarırsa, bu Musa'nın kanununa aykırıdır ve böylece onu suçlarız; eğer mahkûm ederse, bu kendi inancına aykırıdır, çünkü o merhameti tebliğ etmektedir. Bu şekilde İsa'ya varıp, dediler: "Muallim, bu kadını zina ederken bulduk. Musa, böylesinin recm edilmesini emretmişti; buna sen ne dersin?"
Bunun üzerine İsa eğilip, parmağıyla yerde (Orada bulunanların gizli, mahrem yanlarını gösteren -a.s.) bir ayna yaptı ve içinde herkes kendi kötülüklerini gördü.
Cevap için sıkıştırırlarken, İsa doğrulup parmağıyla aynayı gösterdi ve dedi: "Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın."
Ve yeniden eğilip, aynayı çizdi.
Bunu gören insanlar, en yaşlısından başlayarak bir bir çıktılar, çünkü kirli işlerini görünce utanıyorlardı.
İsa yeniden doğrulup, kadından başka kimseyi göremeyince dedi: "Kadın, seni ayıplayanlar nerede?"
Kadın ağlıyarak cevap verdi, "Rab, gittiler; eğer beni bağışlarsan, Allah sağ ve diridir ki, bir daha günah işlemeyeceğim."
O zaman İsa dedi: "Allah'ı tesbih ederim! Huzurla yoluna git ve bir daha günah işleme, çünkü Allah beni seni mahkûm etmek için göndermedi."
Naçizhane görüşümdür… Katılığımızın, merhametsizliğimizin, şefkatsizliğimizin... sebebi, kendimizi “insan” göremeyişimizle doğrudan alakalı olduğu yönündedir... Öyle şey olur mu? Herkes kendisini “insan,” hemi de “insanın hası” görür diyeceğinizi duyar gibi oluyorum. İşte sorunda tam burası ya, kendimizi bu dünyadaki bütün güzelliklerin olduğu gibi çirkinliklerin de sebebi “bir insan, fani” görmekten çok, hatta esas itibariyle “insanın hası, adam gibi adam” görüşümüzdedir.
İsa Peygamber, böyle yüreği katılaşmış “adamın hası” gibi kendini görenlerin grubuna herkes gibi, hatta taşlamak istedikleri kadın gibi günahlar işleyecekleri, işlemiş oldukları gerçeğini, orada bulunanların benliklerine ayna tutarak gösterir. Kendilerini “adam gibi adam, adam hası” gibi görenler, benliklerindeki karanlıkları görünce söyleyecek söz bulamayıp, sivişip kaçar, kaybolurlar.
Bayramlarda Niçin Barışılır
Konunun psikolojik boyutuna dair Dr. Özgür Bolat’ın görüşüne bir göz atalım.
Kendisi olarak, kendisi ve diğeri ile doğrudan ilişki kuramayan, kendini ifade etmekten çekinen, korkan insan, kendini farklı rollere sokarak ve farklı gerekçeler bularak ifade etme yolunu seçer.
Böylece, red edildiğinde kırılma riskini minimize eder ve sorumluluğu yeni üstlendiği role yükler.
Bayramlarda insanlar barışır deyişi… Ölümlerde de insan barışır, ölünün evine dostta düşmanda gider, geleneğimiz ile devam ettirebilir. Bu geleneğe uyarak barışmaya gidip red edildiğimizde, ciddi bir kırılma yaşamayız. Ben aslında “o densizin” ayağına gitmezdim; fakat “bayram diye, ölüm var diye” gittim gibi bir gerekçe önceden hazırdır. Kırılmak şöyle dursun birde red ediğimizde bundan bir övünç dahi çıkarabiliriz: “o utansın, ben insanlığımı yaptım” gibi.
Yani düğünler, bayramlar, ölümler kendimizi güncellememize, böylece ilişkilere çeki düzen vermemize vesile olur, kılıf hazırlar. Yani, bayramlar, ölümler barışmamız için, dini bir emri ifa etmemiz için psikolojik bir kılıf sunar bize.
Bu bayramda barışmak için bir vesilemiz var… Bunu söylemek kolayda ağa, “adam odun gibi, değişmez” barışsan n’locak, barışmasan n’olacak, gib bir soruyu duyar gibi oluyorum.
Barış, bir bakıma bağışlamak, affetmek, merhamet etmek, vicdanın sesine kulak vermek; empati kurmak, fani olduğumuzu, insan olduğumuzu hatırlamak, yüreğimizdeki buzları bir nebze olsun erimesi için gün önüne çıkarmak demektir.
Prof. M.Z. Sungur’dan esinlenerek bir özet yapmak gerekirse: Affetmek. Senin yaptıklarını onaylıyorum. Sen haklısın. Sen kazandın, ben kaybettim… demek değildir. Bu kırıma, kine, nefrete, sıkıntıya bütün bu yaşananlara, yaşanmışlıklara, harabiyete rağmen, bir son verme, yaraları sarma gayretidir. Tekrar yada benzer hataları yapmamak için kendimize bir şans vermek, gelecek güzel günleri için umut yaratmaktır. Affetmek, aff edilenden çok kendi ruhumuzdaki yüklerden, küslük, kin, nefret ve öc alma arzularının, duygularımızın ruh ve beden sağlığımız üzerindeki rahatsızlıklarını, yüklerini sırtımızdan atıp, hafiflemek için bir vesiledir. Yani affetmek effedilenden çok kendimizin yararı, iyisi ve güzeli için gerekli olan bir edimdir.
Düşünür Dücane Çindioğlu: “...Kin, kendisine kin duyulandan çok, kin duyana zarar verir. Bir hastalıktır çünkü. “ “...Kin, tutulması değil, tutulmaması gerekendir, zira iyi değildir. Kötüdür. Salâh değildir, fesaddır. Fazilet değildir, rezilettir. Adalet değildir, zulümdür. Dostluğun değil, düşmanlığın alâmetidir.
Kim için?
İnsanın kendisi için.”
Her zaman şeyi bilen ve her şeye gücü yeten yalnızca Allah’tır. Birine karşı tahammülsüzlük, amansızlık ve acımasızlık hissettiğimizde, İsa Peygamberin yaptığı gibi, bakışımızı kendi içimize çevirelem. Kendi içimizdeki karanlıklarımızı, içerisinde kaybolduğumuz dehlizleri görünce, karşımızdakine “İLK TAŞI ATACAK GÜNAHSIZ” olmadığımızı göreceğiz. Bu da bizi empatiye ve merhamete kapı aralamaya itecek. Böylece adem, adam, bir fani olduğumuz hatırlayacağız.
Ya kendiniz ve insan kardeşinizi, bir daha günah işlememek ümidiyle bağışlayacağız, barışacağız yada, Günahsız olanınız (varsa) ilk taşı atsın.
“Ey talib, sen nefsinde iki gücü bir araya getir; kötülüğü affet ama unutma! Çünkü affetmek güçlülük, unutmaksa zayıflıktır.”
Not: Bu yazımızda yararlandığımız başlıca isimler şunlardır. İncil’deki kıssanın, bilinen şerhlerinden açık ve en etkileyici olanına Hıncal ULUÇ’ta rastladım. Bu yazımda diğer yararlandığım kaynaklar, Dr. Özgür BOLAT, Psikiyatri Profesörü M. Zihni SUNGUR, Psikoloji Profesörü Acar BALTAŞ ve Düşünür Dücane CİNDİOĞLU’dur.
2. Not: GÜNAHSIZ OLAN İLK TAŞI ATSIN kıssası İncil’de iki yerde geçer. Bu kıssada gözden kaçırılmaması gereken hikmetlerden biri, ortalama insan kendi içini, günahını göremez ve hep diğerlerinin günahkar yada günah işleme eğiliminde olduğu kanısındadır. Ortalama insan kendi günahını göremediği için ona ancak kendi dışından biri, bir insanı kamil, peygamber, ermiş yada arif biri gösterebilir.
Yani altı çizilmesi gereken kendi dışından biri, üst bir akıl ve sezgiye sahip olan biri. Burada ise (benliğimizin dışından) dışarıdan biri, başkası rolündeki bir Peygamberdir.
Bu ilkeye istinadan size kusurlarınızı, günahlarınızı gösteren, size ayna tutanlara kızmak yerine böylesi insanları kendinize dost edininiz. Dost dostun aynasıdır.