Ülkemizde de 1994 yılından beri her yıl 24 Kasım, Öğretmenler Günü Olarak Kutlanıyor.
Desem ki Cumhuriyetimizin Kurucu Önderi Mustafa Kemal Atatürk sizlere: "Öğretmenler! Yeni nesli, cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister! Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir… Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır." dedi. Sizin görevinizin önem derecedecesinin bu seviyede olduğunu gördü. Öğretmen ve eğitimcileri bu seviyede yüceltti ve takdir etti. Mesela bunu sözde koymadı. Madden, özlük hakları olarak da destekledi.
“Eğitim Sen'in 2002. Yayınlanan araştırmasına göre, öğretmen maaşları 1923 yılından itibaren incelenmiştir. Rapordan anlaşıldığına göre, 1923’te, yani Türkiye’nin yıkıcı bir dünya savaşından yeni çıktığı yoksulluklarla dolu kuruluş yıllarında bile bir öğretmen (diğer bir deyişle ortalama bir çalışan), aylık maaşıyla 20 adet Cumhuriyet altını alabilmekteydi. Bugünse (2014) sadece 3 adet alabilmektedir.
İlgili raporda, yıllara göre verilen rakamlar şöyledir: 1923: 20 adet, 1946: 12 adet, 1960:
18.5 adet, 1965: 28.6 adet, 1975: 9.2 adet (dikkat edilirse 1971’deki
Nixon Shock’tan sonra ani bir düşüş başlıyor), 1980: 1.5 adet (Türkiye’de
darbe olduğu yıl), 1993: 5.9 adet, 1994: 5.4 adet, 1995: 5.1 adet, 1996:
5.1 adet, 1997: 5.2 adet, 1998: 7 adet, 1999: 6.7 adet, 2000: 6.5 adet,
2001: 3.5 adet (Türkiye’de ekonomik kriz yaşandığı yıl), 2002: 4.5 adet.
Bugün se (Mart 2014 itibariyle) sadece 3 adet.”(Köleler ve Efendiler - Yıldıray Yılmaz) 2020 Kasım 19 itibariyle 1.3 Adet.(Cuhuriyet Altını bugün:3.000,00.tl civarı) Cumhuriyet Altının bugünkü fiyatına ulaşmak için bu satırı tıklayınız.
Tabii birileri iyide ağa, Atatürk bizden bütün bunları, “Cumhuriyetin yani: Demokratik, Laik, Sosyal bir Hukuk Devleti”nin bekası ve başarısı için söyledi. Bana din iman lazım. Adı bile “Cumhuriyet” olan altını ben ne yapacağım. Lafa bak “Cumhuriyet Altını.” Bu şartlarda 15-20 tane "Cumhuriyet Altınını" değil, "benim partim, benim muhiplerin, benim dilim, dinim..." iktidar olsun, bana iki çeyrek altın da yeterli, diyebilir.
Bu gibi “ham sofu”lar için Prof.Dr.İ.H. Aydın: “İslam, dünyaya hâkim olacak! Lâkin şu müslüman(!)lar bırakmıyor ki…” “Bu insanlara, İslam’ın “Ahiret Dini” olmaktan ziyade, bu “Dünya’nın Dini” ve Allah’ın emrinin “İslam Devleti” değil, “İnsan Devleti” olduğunu söyleyecek bir ilâhiyatçı yok mu!”der.
Söz konusu olan öğretmenlik olduğundan, bilim adamını ve adamlığı da öğreten öğretmenlerdir. Bu sebepten dolayı öğretmenlerin zihniyeti bu açıdan önemlidir. Dine değinme sebebimiz budur.
Aydın hoca: “Bilim adamının vatanı, bayrağı, milleti, dini imanı ve hiç bir kutsalı olmaz. Bilim insanlığın ortak mirası, bilim adamının tek kaygısı hakikata dayalı doğrulardır. Daha doğrusu ile mevcut doğru yanlışlanabilene kadar bu doğrular hakikattır... Hep öğrenci ve hep öğretmen olun! ...İlim önce, iman sonra gelir, unutmayın! ...İnanmadan önce, anlamanın peşinde olun!”der. Bilim Adamı da insandır, elbette onunda dini, imanı, bayrağı… olacaktır. Ama, bilim yaparken tek kaygı, hakikattir. Öğretmen içinde aynı şey geçerlidir.Mesela Atatürk bu ideoloji emanet eder öğretmen ve öğrencilere fakat; “Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin” der.
Bu sebepten dolayı Cumhuriyetimizin önemli bir niteliği olan laiklik: Dini(bütün dinleri), laboratuvarın, ekonominin, siyasetin, hukukun dışında tutma fonksiyonu görür.
Bunun yararının bilincinde olan mühim bir örnek verelim. Albert Einstein, Yahudi’dir. Dini onun içinde önemlidir. 1948’de İsrail kurulduğunda ona, “gel İsrail'in başbakanı ol,” teklifinde bulunurlar. Einstein “ben sizin Siyonist Emellerinize hizmet edemem. Ben bilim adamıyım, bilime hizmet edeceğim,” der. Ve teklif redder.
İlmi, inancı; bilimin önünde tutan ve tutmayan ülkeler ile ilgili mukayese için bir kaç veri hatırıma geldi. 18 İslam ülkesinin bilimsel makale sayısı, ABD’nin Harvard Üniversitesi’nin bir yıllık bilimsel makale üretimine denk. ABD de altı ayda üretilen makale sayısı, 57 İslam Ülkesinin bilimsel makale sayısına denk. 57 İslam Ülkesinin bir yıllık GSMH'sı, bir tek Japonya kadar bile değil. Bununla bağlantılı başka alandan bir örnek: Yahudi asıllı Bilim Adamlarının aldığı Nobel Ödülü 150. Temel bilimlerde bütün İslam Ülkelerinin aldığı Nobel Ödülü 5 - barış ve edebiyat ödülleri hariç. Nüfus oranı kıyaslanırsa 1.8 yaklaşık iki milyar nüfuslu İslam Aleminin temel bilimlerde aldığı Nobel Ödülü:5, İslam Aleminin %1’inden az, 17 Milyon Yahudi nüfusunun aldığı Nobel Ödülü 150’ye yakın.
D. Cündioğlu ustadan esinlenerek özetliyorum. Laikliğin fikir babası 12.yy.’da yaşamış olan büyük İslam Alimi kabul edilen(12.yy.) İbni Rüşd dür(Kilise ve İslam Uleması tarafından rahatsız edici olarak görülür). Tabii bu fikir batıda(13.yy.- Rüşt ekolinin batıdaki temsilcilerinden Padovalı Marsilyus’un aracılığı ile) bizden daha önce kabul görüp, uygulama alanı bulmuştur. 17.yy.da bu anlayışı dillendiren filozof Spinoza’dır. Kapitalizm batıda bizden erken geliştiğinden, laiklik oralarda erken uygulama alanı buldu. Özellikle rönesansla birlikte. Kanımızca bilimin hızla gelişmesi bu dönemlerde başlar. Bu kralların ve sonuç itibariyle bilimin Kilisenin egemenliğinden kurtulması ve krallıktan ulus devlete geçiş ve kapitalizmin egemenliği ile yakından alakalı.
İbni Rüşt, din ile bilim, dolayısıyla akıl arasında olması gereken ilişkiye dair bir teori ileri sürmüştür. Kutsal metinlerde yazanları,(1) hiçbir tevil, yorum yapmadan olduğu gibi kabul etmek. (2)Vahiy-i akla, çağa uydurmak. (3)Aklı vahye uydurmak.(4) Akıl, dolayısıyla akılla yapılan bilime ve devlet idaresine din, vahiy karışmasın. Bilim, akıl ve devlet ise din dolayısıyla vahye karışmasın. İbni Rüşt'ün önerisi ve bu gün laikliğin temeli kabul edilen öneri bu dördüncü şıktır.
Ben laikliğin dine, dindara, insana ve bilime saygı olduğunu düşünenlerdenim. Diğer 2. ve 3. yol denendiğinde nasıl bir sıkıntı oluyor? “3. yol denemesine bir örnek: Evlenmiş bir kadınla bir erkeği hiçbir insanın olmadığı ve gelip gitmediği ve gelip gidemeyeceği bir adaya koyalım. Beslenme, güvenlik ve üreme konusunda bu çiftin sağlık sorunları yok. Mesela 40-50 yıl sonra adaya gittiğimizde bir düzene insan var. Adaya giden ilk evli çiftlere soruyoruz, bunlar kim? diye. Çift bunlar “çocuklarım ve torunlarım” diyor. "Bu torunların anası ve babası kimin neyi nesi" diye soruluyor adaya gönderilen çifte? Çiftte bu soruya:"Torunlarımın annesi ve babası benim oğlum ve benim kızım,"diyor. Adaya hiçbir insanın gelip gitmediği esas alındığından bundan başka verilecek cevapta yok. Yani bu bir "ensest: Anne baba ile çocuk;iki kardeş arasında; kardeşlerin kardeş çocuklarıyla... olan" ilişkidir.
Bu durumu aklın terazisini vurunca bu bizi, torunların kardeş bacı evliliğinden doğduğu sonucuna götürür varırız. Adem ve Havva hikayesini akla başka türlü anlatamayız. Böyle demek şeriat açısında da suç ve büyük günahtır. Aklın bu çıkarımını "aklı vahye uydurmak" için saçmalamayın, bunun başka bir yolu vardır da anlamazsınız demektir, bu cevap ise bizi daha öte çıkmazlara götürür.
Kutsal metinler önce Ademin, sonra Havva’nın yaratıldığı, insanlığında Adem ile Havva’dan yaratıldığı konusunda hemfikirler. Hepimizin Adem ve Havva’dan geldiği örneğini yukarıdaki “ada” örneğindeki gibi akla vurursak dini de, dindarı da, din adamını da sıkıntıya sokar ve onları yıpratmış oluruz. Bu Vahyin Akıl tarafından sınanmasına bir örnektir.
2. Yol olan aklın, bilimin vahye uydurulmasına dair bir örnek. İ. H. Aydın hoca dan alıntılıyorum. Bilim adamları, el üzerinden dahi alınabilen(fiiliyatta iki kadından alınan dokularla yapılmıştır) dokulardan sperm ve yumurta üretilerek embriyo, dolayısıyla insan üretilmesinden bahseder. Erkek olmadan, cinsel birleşme olmadan oluşan döllenme sonucunda embriyo oluşumunu, Hz. Meryem’in, bir erkekle çiftleşmeden Hz. İsa’ya hamile kalıp doğurmasına bilimsel dayanak olarak ileri sürer. Bilimle nakil, vahiy aynı şeyi söylüyor; fakat tefsircilerin bunu yorumlamaya çaplarının müsait olmadığını söyler.
Aydın Hoca değerli bir bilim adamı ve alimdir. Fakat bu zorlamaları ne dini, nede hocayı yüceltir. Bana göre her ikisine de helal getirir. (Çünkü, Hocanın ezbere bildiği üzere İncil’e göre Kutsal Bakire Hz. Meryem, hamileliğinin sebebi, kaynağı Rûhulkudüs’dür. Biz İsa Peygamber deriz; fakat iki buçuk milyarlık Hıristiyan alemi O’na, Tanrı’nın oğlu, annesine de “Tanrı Doğuran Kutsal Bakire” der. Bu benzetmeyi aklın terazisine vurduğumuzda; Aydın hoca insanın bugünkü ulaştığı bilimsel ve teknolojik seviyesi ile insandan bizim deyimimizle Peygamber, Hıristiyan Aleminin anlayışı açısından “haşa” Tanrı bile yarattığı yada yaratabileceğini ileri sürdüğü sonucuna götürür bizi. Yada hoca iki bin hatta beş on bin öncenin insanının ulaştığı seviyeye henüz varmaya çalışıyoruz, demiş olur. Binlerce yıl öncesine dair böyle bir veri yok. Bir çalım atıp, Tasavvufa sığınarak ta bunun içerisinden çıkılamaz. Tasavvuf ve Din konusu ilmin; maddi alem, doğa ise aklın, bilimin alnındadır.)
Bu sebepten dolayı laiklik dine, dindara ve din adamına saygıyı da muhafaza eder. Bu ise akıl ile nakil, vahyi birbirinden ayırmakla mümkündür. Diğer bir boyutu ile isteyen istediğine inansın, istediği gibi ibadetini yapsın fakat: Akıl ile yapılan bilime, toplumsal sisteme(siyaset, ekonomi, hukuk)din karışmasın.
***
Dün akşam alt yazı geçiyordu bir haber kanalında: 4-6 yaş arasındaki çocuklara verilecek Kuran Kurslarının yüz yüze eğitimi devam edecek, gibi. Yani hayati tehlikeye rağmen verilen bu karar bu kursun önemini ifade ediyor. Bir profesör: Arapça "Kuran Lisanıdır" diyor. Öyle bir deyişi var ki, insanın ana dilini bırakıp Arap olası geliyor(!).
Arapça olmayan dilleri konuşanlar ne yaptı? Gecemizi aydınlatan ampulü, jeneratörü; altımızdaki arabaları, seyrettiğimiz tv’leri, cebimizden eksik etmediğimiz cep telefonlarını… ve insan ömrünü uzatan aşıları, ilaçları… vb. üretti.
Emar cihazları bizim emarımızı çektiğinde, o emar cihazı, cihazı üreten firmanın merkezindeki yapay zekaya, robata dünyanın dört bir yanına satılmış cihazlardan çekilen on binlerce, yıllar içerisinde milyonlarca emar sonuçlarının kopyasını da gönderiyor. Bu merkezdeki yapay zekalar milyonlarca benzer hastalıklarda çekilmiş emar sonuçlarını saniyeler içinde yorumluyor teşhis ve tedavi önerisi gönderiyor, cihazı satın alan merkezlere.
Avatar 2045 projesi var. Bu gibi projelere güvenerek ABD’li bir general, 2035- 2040 civarında ABD ordusunda %30 kadar robot, yapay zeka asker istihdam edilecek, 2045 - 2060 arasında ise hologram askerler ordumuzda olacak diyor. Yapay zekalı, robot asker ne demek? Mesela bir ülkenin, yada bölgenin insanın genetik kodları(yada başka ortak özellikleri) yüklenip düşman diye işaretlendiğinde droneler onları tanıyıp ateş edecek, hologramlar duvarları yıkmadan geçip içeri girerek bu gene(ve diğer özelikleri yüklenmiş olanları) sahipleri yok edecek. Nanorobot, her boyutta olabileceği gibi bir sivri sinek hatta gözle görülmeyecek toplu iğne başından daha küçük kadar da olabilir.
Fare beyinlerine nano teknoloji ile üretilen mikroçipler yerleştirilerek farelerin robot gibi kontrol edildiği deneyler yapıldı. Elon Musk insan beynine Neuralink’in cipini yerleştirerek buradan alınan sinyal ile yapay zeka arasında bağ kurarak önce düşünce ile diğer elektronik cihazları kontrol etmeyi hedefliyor. Sonra kafanızdan geçen duygu ve düşüncenin kaydedilmesi ve sonra ise düşünce ile yapay zekanın etkileşimi ile insanın yapay zeka tarafından yönlendirilmesini vb. hedefliyorlar. (Neuralink’in cipinin yarıçapı 23 milimetre genişliğinde.)
Bağlantısallık, Beyazyen matematiği denen bir matematik çıktı. Yani matematiğe göre iki kere iki bazen dört, bazen on dört ediyor...
Bu ve nice çalışmalar toplumsal yapıyı, sınıfları değiştirecek. Gereksizler sınıfı diye nitelenecek bir sınıf oluşacak ve bunlara vatandaşlık maaşı ödenerek yaşamı sağlanacak. Bu miktar milyarlar ile ifade edilecek. Dünyayı bir avuç, yapay zekaya sahip, onu üreten beyinler ve bu yolla elde edilen paraya sahip olanlar yönetecek. Dijital Faşizm gelecek. Bunlara karşı koyabilmek ve bunların yaratıcısı ve yön vericisi olabilmek için ilim, din iman bilgisi yetmez. İlim irfanda lazım insana; fakat daha çok bilim ve akıl bizi kurtaracak.
Aksi takdirde Tanrı'ya secde ettiğimizi sanırken, nasıl icat edildiğini ve kullanıldığını bilemediğimiz yapay zekaların- kendi yaratığımız Tanrıların- "müminleri ve müritleri" olacağız. Beyinlerimiz ele geçirilmiş ve kontrol edilmekte olacak. Aklı, bilimi ıskalamak çağı ve insanlığımızı ıskalamak demektir. İsrailli Yazar ve Tarih Profesörü Yuval Noah Harari bu ve bunun gibi nice olasılıkları gördüğünden, şimdiki insana "son insan" diyor.
Ben bir köylüyüm. Köyde doğdum. Köyde doğdum.Köyde yaşıyorum. Öğretmen de değilim. Öğretmen olsaydım, eğitim ve öğretime bu çerçeveden bakar ve öğretmek isterdim. Fakat, ben müfredatı resmi maariften olmayan bir öğrenciyim, hayat boyu...
Prof. Dr. Orhan Elmacı’nın şu temennisi ile yazımı bitiriyorum.Her zaman öğrenci olarak kalan, Öğretmenliğin kıdemli bir öğrencilik olduğunu hep hatırda tutan, Mustafa Kemal Atatürk'ü kendine rehber kılmış, aydınlık Türkiye'nin mimarlarını yetiştiren tüm öğretmenlerin, Öğretmenler günü kutlu olsun....
AŞAĞIDAKİ VİDEODAKİ SES VE GÖRÜNTÜ TAKLİDİNİ, YAPAY ZEKA YAPMIŞTIR. BİR ÜLKENİN YADA CEMAATİN LİDERİNİ BİR YERE KAPATIP, BÖYLE KONUŞTURURSALAR VE HABER YAPSALAR NELER OLMAZ?