Yıllık iznimin üç haftalık kısmını, oğlum Nurali Antalya da olduğundan orada geçirdim... Diğer etkenlerin yanında asıl sebep bu idi. Tabii, bu vesile ile ablam, eniştem yeğenim; arkadaş ve dostlarımız Hasan (Özacar) abi Fikriye abla, Yusuf ile Saadet abla, Abbas ile Semra ve Aliekber ile Sevgi Özacarlar ve Hasan ile Selma Akyıldız ile de görüşüp zevkli sohbetler etme imkanı buldum. Memnun ayrıldım. İsmi geçen dostlarımızla bulunduğum anlarda, telefonla bir kaç resimde çektik. Gülender. Bu resimlerde ablam, eniştemlerin resimleri yok. Onlarla bir arada iken yaptığımız sohbet ve çocukların koşuşturmacası bu anları görüntülememizi dikkatimizden kaçırmış olmalı.
O resimler, sohbet ortamından çekilmiş olan resimler. Deniz, plaj vb. manzaraları kış olması dolayısıyla yok. Hani bir deyim var ya Bizim kültürde: “Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat.” gereği bir kaç satır anımı paylaşmak istiyorum, nezaketinize sığınarak. Telefonla çekilmiş görüntüler bunlar. Resimler iyi değil. Bundan sonra her yerde makine yanımda olmalı sanırım.
Gittiğim gün için ancak Elazığlılar Turizmde yer vardı. Onunla gittim. Benim arka sıramda, en az yetmiş yaşlarında türbanlı bir hanım vardı, onun yanın da başka bir yolcu bindi Malatya da. Benim oturduğum koltukta Elazığ da otobüse binmiş bir genç vardı. Merhabalaşıp oturdum. O kadar. Fakat arka koltuktaki hanımlar hemen sohbete başladı. Sicillerine kadar bütün verileri birbirleri ile paylaştılar. Dolayısıyla bende işittim. Kibar deyimle: “kulak misafiri oldum.”
Yaşı büyük olan hanım diğerine kendisinin de, çocuklarınında işleri, güçleri ve evlerinin olduğunu bahsetti. Kendisi çocuklarının mutluluğunu düşündüğünden ayrı evde oturduğunu söyledi. Çocukarından biri bu hanımın evine gitmek istemişler, bu ona: “Evin anahtarı falanda, alın içeri girin, dolap ağzına kadar dolu. Hiç çekinmeyin vb. dedim, diyor.” Bu cümleyi eli açık, iyi niyetli ve gönül zenginliğinin gösterisi olarak, kurula kurula defalarca flaş, flaş olarak yanındakine tekrarladı.
Muhtemelen bu hanım dar yada sabit gelirli ve pek zengin olmayan bir ekonomik durumdan buralara gelmişti. Çünkü aylık 20-30 bin dolar geliri olan bir aileden gelen biri, bir apartman dairesi ve buzdolabının doluluğu ile övünmezdi.
Bu hanımın ön sıralarda iki koltukta biri kız diğer oğlan olan on yaşlarında iki torunu oturuyordu. Otobüs ihtiyaç molası verdiğinde bunlar bir araya geliyordu. Çocuklar “babaanne” diye hitap ediyorlardı bu hanıma. Hanımda kız çocuğuna “prensesim,” erkek çocuğuna ise “koçum;” bazende “annem, ablam” diye hitap ediyordu. Hanım telefonda da konuştuğu, bir hanıma “annem, ablam vb.” kelimelerini “kurularak, kırılarak” kullanıyordu.
Ben bu hanımın diline iki açıdan itiraz ediyorum… Bu dil yaygınlaşmakta çünkü. İtirazımın birinci kısmı, çocuklara: “Koçum, aslanım, kahramanım…; prensesim, prensim… yada şu artis kadar güzel, zeki zeki çok zeki üstün zekalı” diye hitap edilen kısma dair olan bakıştır.
Benim takip ettiğimi psikolog ve psikiyatristler bu dile itiraz ederler… Çünkü narsisizm, insan doğası gereği oluşan bir duyusal ve bir ölçüde de düşünsel algıdır. Azı yararlı çoğu zararlı olan şeylerden yani. Yaşamda kalabilmek ve iç huzur için insanın kendisini diğer insanlardan daha önemli, güzel, güçlü adil vb. olarak hissetmesi, düşünmesi, davranması ve buna inanması lazım. Fakat bu duyumsama bir noktadan sonra insanın kendisiyle ve türdeşleriyle olduğu kadar dünyayla ile de çelişen ve onlara zarar veren bir noktaya doğru “kaçınılmaz” olarak yönelir. Bu kanımızca “aşağılık kompleksinin”de temelidir.
Çocuk yaşı büyüyüp okula gidince ve topluma karıştıkça, diğerleri ile temas ettikçe “kendisinin prens, prenses” ve “koç, aslan,”olmadığını, dünyanın kendisinin gibi ve kendisinden çaplı nice “prens ve prenseslerle” ve “koçlar ve kahramanlarla” ve anaların doğurduğu nice “zeki, yaratıcı, hayranlıklar uyandıracak” insanlığa katkı sağlayacak “yeteneklerle…” dolu olduğunu görecek.
En güzel ve en azından kendisi gibi güzel kız olmadığına inanmış çocuk kendisi gibi güzel hatta kendisinden oldukça güzel nice kızlar olduğunu ve oğlanların ilgilerinin kendisi kadar bazende kendisinden çok, başka ve daha güzel kızlara yöneldiğini görecek…
Bu hüsran, hayal kırıklığı onun benliğinde, kendine ve kendini böyle algılamasına sebep olan yakınlarına karşı güvende kırılmalara, öfkeye ve devamında ömür boyu aşamayacağı ve mücadele edeceği hüzünlere, ruhsal sıkıntılara sebep olacak zemini hazırlayacaktır. İşte bu “iyi niyetli kötülüğün, daniskası” denecek türden sözüm ona “iyi niyet ve sevgi.”yanılsamasıdır.
Prof.Dr. Acar Baltaş, bu çelişki ve çatışmaya işaret için: “Özgüven tamam da; öz yeterlilik nerede?” Yine üstadın deyişi ile çocuklarımızı “Dünyanın en iyi, üstün insanı değil, dünya için iyi bir insan olarak yetiştirmeliyiz.” Sıradan gibi gözüken hitap ve iletişimler çocukların geleceği için bu gibi hezimetler ve bunalımlara ne yazık ki sebep oluyor.
Bu hanımın ve buralarda da tanık olduğum bana gören ikinci sorunlu gördüğüm çocuklara ve yetişkinlere: “ablam, annem, aşkım vb.” kelimelerle hitap etmesi idi… Bu yeni ve bana göre uyduruk ve insan ilişkilerine “kendince” katkısından çok zarar verici, saçma bir dil.
Benim bizzat bildiğim, tanık olduğum hitablardandır: Eşine kızım, annem, ablam, lan oğlum, yavrum, aşkım, sevgilim, gülüm, fıstık, bitanem, canım, artist, vb… kelimelerle hitap edilmesi. Aynı kelimeler metreslere, madigudiler, manitalara... söyleniyor. Beterin beteri ise aynı kelimelerle çocuklara da hitap edilmesidir!?. Ben bunun içerisinden nasıl çıkılacağını bilemiyorum…
Adam yada kadın metresine, manitasına, flörtüne, madigudisine, kapatmasına, kırığına, takıntısına telefonda yada birtlikteyken: ““kızım, annem, ablam, lan oğlum, yavrum, aşkım, sevgilim, gülüm, melegim, fıstık, bitanem, canım, artist...vb.” diye hitap hitap ediyor. Sonra eşi ile konuşurken: “kızım, annem, ablam, lan oğlum, yavrum, aşkım, sevgilim, gülüm, melegim, fıstık, bitanem, canım, artist...vb.” diye hitap ediyor. Sonrada da üç beş yaşındaki çocuğuna: “kızım, annem, ablam, lan oğlum, yavrum, aşkım, sevgilim, gülüm, melegim, fıstık, bitanem, canım, artist...vb.” diye hitap hitap ediyor.
Hele birde cabası: Çocuğa ve diğerine annesi isen annem, dayısı ise dayım, amcası ise amcam, teyzesi, halası ise teyze, hala, abisi isen abisi,
Pes vallahi! Bu neyin kafası abi?... çıldırmamak elde değil vallahi. Bu dünyada olup bitenden bihaber çocuk anne ve babasınında birbirlerine:“kızım, annem, ablam, lan oğlum, yavrum, aşkım, sevgilim, gülüm, melegim, fıstık, bitanem, canım, artist...vb.” diye hitap hitap ettiklerini, sonrada kendisine dönüp bunu tekrarladıklarını görünce bunu nasıl anlamladıracak? Gün olacak çocuk büyüyecek. Sonrada abi ve ablaların da yasak ilişkilerinde bu dili kullandıklarını görecek… Bunun sonucunda ya çocuğun giderek dünyası allak bullak olacak, yada kendiside içi boşaltılmış bu sahte sözcükler gibi, sante, yapmacık ve iki yüzlü, riyakar insanlara dönüşecek.
Aşk, sevgi, sevgili ve dostluğun ne demek olduğunu bilememek; bunların hakkını verememek; söz, niyet ile ameli, fiili birleştirememenin acziyetini kamufle etmek, maskelemek için mi acaba bu kavramları yerli yersiz kullanıyor, pelesenk ediyoruz?
Biz büyüdük, kirlendi dünya! Dünyayı kirlendiren biziz. Önce söz. Sözümüze özen gösterelim.
Bir kısım hanım ise gittikleri evde, ev içerisinde giyilecek terliği kendi evinden getirip, misafir olduğu evde giyip tekrar götürüyor. Bu ne iştir diye bir bilene sordum? O, bu da neki şimdi dışarıda giyilecek topuklu ayakkabıları dahi poşetle getiriyor ve misafir olduğu evde onaları giyip, giderkende tekrar poşetleyip götürüyorlar. Artık bu böyle dendi… Bu gözlemimi yorumsuz geçiyorum.
Bir erkek berberine “Kuaför yazıyordu tabelasında,” tıraş olurken aynada salonun geri planı gözüküyordu. Birden geride duvar dibinde, en az dış çapı 30x40 cm’lik birbirine bitişik, üzeri numaralı 25 yada 45 numaraya kadar olan yanyana anahtarlı numaralı dolaplar gördüm. Bu biraz dikkatimi meşgul etti ve bunlara bir anlam veremedim. Sordum bunlar nedir diye? Genç berber, abi bunlar müşterilerimin dolabı dedi. Bir suskunluk anı daha yaşadım. Merakımı bastıramadım tekrar sordum. Berber, müsterilerimin kendilerine özel, traş ve bakım mal ve malzemeleri olduğunu söyledi. Havlu, çarşaf, traş bıçağı, makası, kremi ve kokuları vb…
Bunu yazma gerekçem, Almanya’daki berberlik yapan arkadaşlarımıza belki bir katkı sağlama içindir. Nasıl? İnsanlar her yerde ve şeyde özel, ayrı ve üstün bir özelliğe sahip olmak ister. O anahtarlı küçük dolaplarından bahsedildiği gibi özel traş mal ve malzemeleri olan insanlar kendilerini ayrıcalıklı hisseder ve o berberin daimi müşterisi olabilirler.
Şu söze herkes tav olabilir: “Ben her yerde traş olmam, flan berberde bütün malzemelerim var. Başkalarından bir şey bulaşma endişem yok. Herşey temiz ve benim, gibi”
Birkaç gözlemim daha var. Bunları da yazarsan okunma oranını iyice azaltmış olcağım. İlaveten benim yaşam deneyimimdir. Bidiğimi sandığım bir konuda bir sey söylemek istiyorum... Sonra o konuya dair başka bir bilgi öğrendiğimde, söyleyeceklerimi biraz daha temellendirmem gerekmekte diye erteliyorum. Yazmak istediğim son konu ile ilgili olarak bir filozof ve bir psikiyatrisin söylediklerini görünce, bu konuyu yukarıdaki gerekçe ile erteledim.