Geçen ay kaybettiğimiz rahmetli Aliefendi AKDOĞAN'ın vefatinden sonraki kırkıncı gün olması dolaysıyla, ailesi 26 Kasım 2017 tarihi pazar günü saat:13:00'da Fethiye Cem Evinde geleneğimiz gereği rahmetlinin anısına bir yemek verdi.
Merhuma Allah'tan rahmet ve kederli yakınlarına sabır ve başsağlığı dileriz.
Not: Geçen ay rahmetli Aliefendi abinin cenaze töreni için buraya gelen arkadaşım Müslüm AKDOĞAN, fotoğraf makinemizin harici flaşının bozuk olduğunu öğrenice, ver götürüp tamir ettireyim, gerekirse yeni bir tane alıp yollayalım, demişti.
Flaşı Yusuf ALTUN arkadaşıma, Müslüm ile yolladım. Oda Savaş arkadaşımıza bu flaşı götürmüş. Savaş beni aradı durumu sordu. Bir şekilde bu flaşı garanti kapsamına soktu ve servise gönderip flaşın 5-6 kalemlik bakımını yaptırdı.
Flaşın pilleri yoktu. İlaveten tamir edilmiş ve yeni gibi olmuş flaş ile birlikte, 60 EURO'luk 8 adette pil göndermişler. Tamirine ücret ödense idi 60-70 euro da buna giderdi. Bu da Savaş BIÇAKCIOĞLU marifeti ile bir bakıma karşılanmış oldu.
Bu işte emegi geçen Flaşı buraya getirip gönderenden başlayarak, Müslüm, Yusuf, Savaş ve devamında Avades ile Volkan arakadaşlarıma teşekkür eder, mutluluklar dilerim.
Benim de dedem ölecek mi?
Rahmetli Aliefendi AKDOĞAN’ın cenaze töreni için Fethiye’ye gelen torunu Kemal bana, “www.aliseydi-sevim.com da ölüm haberlerini her okuduğum da, benim dedemin de sitede “Aliefendi Akdoğan’ı Kaybettik, başımız sağ olsun; şeklinde bir haberini de okuyabilecek miyim? diye düşünürken içimi korku, üzüntü ile karışık bunaltıcı duygular kaplardı. “Benim dedemle ilgili böyle bir haber, hiç olmayacakmış, gibi geliyordu bana. Demek ki, “benimde dedem ölürmüş,” demişti…
Kemal dedelerde ölür…(Ama eben ölür mü? Ona bir şey diyemiyorum(!?) Hepimiz faniyiz; bu dünyada. Şems-i Tebrizi’nin deyişi ile:
Bir şey yap.
Güzel olsun.
Çok mu zor?
O vakit güzel bir şey söyle.
Dilin mi dönmüyor?
Güzel bir şey gör.
Veya, güzel bir şey yaz.
Beceremez misin?
Öyleyse güzel bir şeye başla.
Ama hep güzel olsun.
Çünkü her insan ölecek yaşta.
Geç kalmayasın…
Mezar başlıklarında yazılıdır, doğum ve ölüm tarihini belirtmek için misal: 1933-2017 gibi, bir ibare. Her şey, bu iki tarih arasındaki küçük ve kısa çizginin içinde saklı. İşte onu iyi, güzel ve doğru şeyler ile doldurabilmektir marifet. Yoksa kaçabilmek mümkün değildir o iki tarih ve arasındaki kısa bir çizgi-ömür-den.
Var eden, Kutsal Kitap’ta: “Adem’i halef seçtim. Ona secde edin,” der: cinlere, perilere, şeytana ve bütün meleklere. Siyah, beyaz; Türk, Kürt, dindar, ateist; doğulu, batılı; zengin, fakir… vb dememiş; yalnızca “Adem,” demiştir Yaradan!
Bu Ulu Emre istinaden Hz. Muhammed Veda Hutbesinde, “Tanrı Ademi topraktan, hepinizi de Ademden yarattı,” diyerek eşitliğin kriterinin altını bir kez daha çizer.
Hal böyle olunca belki de soru şu: Hakk’ın Halefi olabilmek vakuru ile yaşıyor muyuz? Kendimizle ve diğer insanlarla, dolayısıyla aile üyelerimizle olan iletişim ve ilişkimizi “bu Yüce emanetin” taşıyıcısı zeminde gerçekleştirebiliyor muyuz?
Ten Can’a, adem ademe, alem ademe, adem aleme emanettir - El ele, el Hakk’a - bir bakıma. Bu emanet Yaradan(Allah)’ın emanetidir, yaratılana verdiği. Buna istinaden Yunus Emre: “Yaratılanı severiz Yaradandan ötürü”der. Bu emanet tasavvufi manada “sevgi - aşk”la, başka bir deyimle muhabbetle taşınır.
Sevdik mi, kendimizi?.. Türdeşlerimizi ve bütün yaratılmışları? Konumuza özel olarak, bizim bu aleme gelmemize aracı olan: Anne, bana, dede, ninemizi? Bu hususta vicdanımız rahat mı? Bu soruya cevabımız evetse, biz bu emaneti layıkıyla taşımışız demektir.
Dışarıdan gören biri olarak, Aliefendi abi ve Zehra bacıya hizmet için binlerce km. aşıp işini gücünü bir yana bırakarak buraya nöbetleşerek geldi rahmetlinin kızları, oğulları ve gelinleri, kimi zamanda torunları…
Hani, insanlar bazan birilerini kınamak için der ya: “Hizmeti yaşarken yapacaktın, sevgini o zaman göstereceksin, öldükten sonra kabrine anıt yaptırsan ne olacak” diye? Gördüğüm kadarıyla sizler yaşarken de atalarına hizmette kusur etmediniz. Bu açıdan vicdanınız rahat olsun.
Fakat; her şeye rağmen ölüm acıdır. Ata söz konusu olduğunda yaşı, düşkünlük hali ne olursa olsun yine de dayanılmaz. Çünkü: gözümüzü ilk açtığımızda bizim yanı başımızda onları gördük canıyla, kanıyla bütün yüreği ile, bu dünyadan göçene kadar. İşte bundan dolayı her şeye rağmen bu acı her hatıramızda yüreğimize batmış bir kıymığın kımıldanınca kanatışı gibi gözlerimizi ıslatır.
Aynı hafta vefat eden akrabamız rahmetli Mehmet KIYAK’ın çocukları için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Rahmetlinin diğer çocuklarından dinledim, oğulları Ali İhsan abi ile Hüseyin’in de babası ve annesi ile olan ilişkisine, hizmetine tanık oldum. Hüseyin’in yapıp ettiklerine baktım, gösteriş değildi, yürekten gelen bir sevginin tezahürü idi gördüklerim.
Ali İhsan abi babam “1966’da Almanya gitti,” dedi. Bu söz bana gidişleri ile gelişlerinin hüzünlük hikayelerini düşünmeme sebep oldu, Almancıların. İnsanı içlendirecek şeyler geldi hatırıma. “Biz buradan gönderirken kırk- elli yıl, yarım asır kadar önce bu canlarımızı, kolalı gömleğinin göğüs cebinde yarinin zülfü, muhayyilesinde ceylan gözlüsünün hayali, burnunda tenininin kokusu ve yüreğinde yuvasından ayrılan bir kuşun sıla hasreti ve ürkekliğiyle, köşek gözlü, sırma saçlı, sağlık raporu cebinde, sıksa taşın suyunu çıkaracak aslanlar, ceylanlar gibi, hayır dualarla gözlerimiz bulutlanarak, bavullarını tutup gönderdik.
Nice ümitlerle gönderdiklerimiz, burada göremediği günleri orada gördüler, bir bakıma ağzımıza bir parmak balda çalındı. Fakat, eciş bücüş, kötürümlere dönüştürülmüş, sonunda da yeşil tabutlar içerisinde, miyadını doldurmuş bir şey gibi, geri gelişlerini görünce, Almanya’ya mı, yoksa Feleği kahretmem gerektiği hususunda bocalar oldum...
Gücün yete de kaldırıp gösteresin, o anaya babaya; Bavullarla sırtını, sacını sıvazlayıp, yüreğine taş basarak “Ali yoldaşın ola” duaları ile gönderdiği çocuklarının tütsülenip dondurulmuş cesetlerinin tabutlarla kendilerine geri gönderilişini!
Yürek dayanmaz Kemal buna. Fakat insanız… Yani, dağların taşların, titreyip alamadığı emaneti taşıyacak tek Eşrefi Mahlukatız.
İşte bunun için Mevlana: İnsan Kısmı bir misafirhane. der.
“Her sabah yeni birisi gelir.
Bir sevinç, bir bunalım, bir zalimlik,
Aniden farkına varmak bir şeyin,
Hepsi beklenmedik misafir.
...Karanlık düşünce, utanç ve garez,
Hepsini gülerek karşıla kapıda
Ve buyur et içeri.
...Her geleni alnının akıyla misafir et.”
Çünkü sen, Yaradan’ın “Ey Adem” diye hitap ettiği bu alemde ki “biricik Halefsin- kendini bil...”
Aşk ile.
A.S.
26 Kasım 2017
Bu yazı, bütün dede ve ebelere armağanımdır.